• DOLAR 34.651
  • EURO 36.433
  • ALTIN 2925.969
  • ...

Sürekli bir şeylerden şikayet ediyoruz...

Toplumun gidişatından, manevi aşınmalardan, ahlâkî yozlaşmalardan, sapkınlığın, fahşanın ve ifsadın dört bir yanı sardığından vs..vs..

Ahir zamandayız, diyoruz...

İbretle, esefle, dertleşiyoruz, söyleşiyoruz; eşimizle, dostumuzla, komşularımızla...

“Ya duydunuz mu? Şurada şöyle bir olay olmuş!”

“Bugün ne gördüm bir bilseniz.. Başımıza taş yağacak!...”

“Ne hallere düştük, daha neler göreceğiz!?...”

 “Filancanın kızının son halini gördüm ve şok oldum!...”

“Filankesin oğlu ne hallerde, bir bilseniz!...”

Hasılı; falanlı, feşmekanlı, olaylar, tespitler, teşhisler, sosyolojik analizler, alimce(!) ve fakat adilce olmayan yargı dağıtmalar...

Eee...

Peki biz bu hikayenin neresinde duruyoruz!?

Madem münker nedir, ne değildir biliyoruz. Biliyoruz zira, münkerat eksenli bu olumsuz gidişata dair, bunca analiz ve yorum yapabiliyor isek, bu bildiğimiz anlamına geliyor.

O halde ne yapıyoruz?

Umarsızca izliyor, topluma ve gidişata yönelik, sentez(!) ve analizlerimizi(!) yaptıktan sonra, sadece mütemadiyen konuşuyor muyuz?

Üzüldüğümüz, etkilendiğimiz, sancı çektiğimiz ve bizatihi kendi çevremizde şahit olduğumuz “bu kötü” gidişatın ıslahı için...

Ve itiraf edelim, aslında ne yapmamız gerekirdi?

Bizden önce gelip geçen ve bizlere bu manada güzel bir miras ve misyon bırakan, sıratı müstakim üzere dosdoğru doğrulan, sıratı müstakime dosdoğru davet eden, eğip bükmeden, hikmet ve güzel öğütle, incitmeden, inceden inceye tebliğini yüreklere iman motifleriyle işleyen, Tevhid kahramanlarını, Hakk ve hakikatin erdemli tebliğcilerini örnek almamız gerekmez miydi?

Tıpkı onlar gibi, münkeri engelleyip, marufu yeşertmek için, tüm imkanlarımızı seferber etmeli ve ümitvar olmalıydık değil mi?

Bugün, içinde bulunduğumuz toplumun sefahate düştüğünden şikayet ediyorsak, bunun en büyük sebeplerinden biri, hiç şüphesiz toplumun tebliğcilerinin rehavete düşmesidir.

Ve kabul edelim ki, günümüzde, her türlü münkeratla baş başa kalmış insanların, toplumların, Hakk ile yoğrulan, sıratı müstakim üzere dosdoğru doğrulan, ihlâslı, istikrarlı, sabırlı, samimi, bilge ve dost tebliğcilere ihtiyacı çok büyüktür. Fakat maalesef ki, bu ihtiyacı karşılayacak çoğu tebliğci ise, rehavet halindedir.

Oysa tarih boyunca sürekli tekerrür eden bir hakikattir ki; rehavet ataleti, atalet gafleti, gaflet sefahati ve sefahat de dalaleti getirir...

Hülasa, toplumun sefahatini ve buna paralel olarak, sapkınlıkların artmasıyla hızla içine düşülen dalaleti sorgularken, yorumlarken, öncelikle toplumun bilinçli kesiminin içine düştüğü rehaveti de sorgulayalım...

Ve eğer birer tebliğci isek, sefahate, dalalete düşmüş ve fakat hidayete susamış insanların gönüllerine hidayet tohumları ekip, bu tohumların istikrarla sulanıp, filizlenmesi, yeşerip büyümesi için biz ne yaptık ne yapıyoruz ve neler yapmayı planlıyoruz? Bu soruyu kendimize, kendi gözlerimizin içine cesaretle, samimice bakarak, bizzat soralım..

Yani önce fertlerin, sonra toplumun ıslahı, ihyası ve inşası için, ne kadar uğraş veriyoruz?...

Konuşmak ve eleştirmek dışında...