Kapitalizmin mabetlerinde kurban olmak veya olmamak...
Yoksulluk ve yoksunluk, Kapitalizm çarkının kıskacında kıvranan insanların içine düştüğü kaçınılmaz durumlardandır.
Kapitalist sistemlerde varlık, daima yokluğun üstünde ezici bir güçtür. Varlıklı insan, farkında veya farkında olmadan, ezikler yokluk içindeki insanı...
Bu eziklik hali, yokluk ve yoksunluk içindeki insanda aşağılık kompleksi oluşturur ve var olabilmenin, değerli olabilmenin yolu olarak, varlıklı bir insan olabilme hayali oluşur içinde. Bu hayal ruhunu, düşüncelerini, hedeflerini, köleleştirerek daima kamçılar. Acımasızca hırpalar...
Kapitalist sistem, Materyalizm endeksli cümlelerle ayağında prangaya dönüşür...
Azarlayarak, şöyle seslenir:
Cebin doluysa değerlisin!
Yani...En değerli markaları giyebiliyorsan, en pahalı tatları tadabiliyorsan, en şaşaalı, konforlu ve lüks mekânlara girebiliyorsan değerlisin...
En güzel evlerde oturabiliyorsan, en seçkin mobilyaları kullanabiliyorsan, en son model arabalara binebiliyorsan, en iyi okulu kazanabiliyorsan ve o okulda okuyabiliyorsan değerlisin!
Kısacası değerin paran kadardır. Paran varsa varsın, yoksa yoksun...
Var olsan da bir kıymetin yoktur veya bir hiçsindir...
Özellikle fırsat eşitsizliğiyle gelen yoksulluğun ve yoksunluğun mağduru olan milyonlarca genç, bu olumsuz durumun kurbanı olmuş durumda. Çoğunlukla da bu durum aileler içinde kopuşlara bile neden olmakta. Zira, kayda değer sayıda genç, bu olumsuz koşulların nedeni olarak sistemi değil, kendisine maddi anlamda olanaklar, imkânlar oluşturmayan ailelerini suçlayıp, hedef tahtasına çoğunlukla anne veya babalarını oturtup onlarla bir çatışma sürecine girebilmektedirler.
Böylece kendini değersiz hisseden insan, maalesef ki ailesini de değersiz olarak görebilmektedir.
Peki nedir bu Kapitalizm ve Materyalizm zehrinin panzehiri?
Son zamanlarda yeniden hortlatılmaya çalışılan Sosyalizm veya Komünizm mi?
İnsan dediğimiz müstesna varlık neden daima idrakleri ve iradeleri eline alıp idare eden beşeri izm’lerin kıskacında kıvranmayı tercih ediyor?
Oysa hakikatte değerini bilen ve eşrefi mahlukat olarak yaratıldığını tüm zerrelerinde hisseden, Allah Azze ve Celle'nin yer yüzündeki halifesi olan insan, eline Hz. İbrahim (a.s) misali tevhid baltasını alsa ve tüm putlarını kırsa, hür bir şekilde Allah’ın insanoğlu için uygun gördüğü yegâne sistem olan İslam’a sarılıp ram olsa, iki cihan saadetine varacaktır.
Bu şekilde algıları, duyguları, hedefleri, idealleri daima hür ve mesrur olacaktır.
Mübarek Kurban Bayramı’nı idrak edeceğimiz şu günlerde, Kapitalist sistemin bizleri esir eden, adeta birer put haline getirdiği hedeflerinden, algılarından, kurtulma yollarını aramakla mükellefiz. Müslüman fertler ve aileler olarak, şu asırda İbrahim’ce bir duruşu, İsmail’ce bir teslimiyeti ve Hacer’ce bir tevekkülü nasıl kazanabiliriz diye kafamızı ve gönlümüzü muhakkak yormak zorundayız.
Belki işe şu iki sorudan başlayabiliriz:
Fani nedir ve kıymeti nedir?
Baki nedir ve kıymeti nedir?
Fani ve baki kavramlarının yeri ve mahiyeti unutulduğundan beri, gözümüzü, gönlümüzü, ruhumuzu kurtaramadık dünyadan.
Bu nedenle Kapitalist sistemin dişlileri arasında inliyor yetişkinlerimiz ve gençlerimiz...
Şimdi, Üstad Bediüzzaman'ın şu sözlerini Kapitalist dünyanın mabetlerinde hapsolmuş insanlara haykırarak hatırlatmanın vaktidir!
Elbette önce kendi nefsimize...
Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: “Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim, gayrı istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâkî isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcûdâtı umumen isterim.