• DOLAR 34.466
  • EURO 36.354
  • ALTIN 2937.523
  • ...

İnsan bedeninde kendini gösteren bir takım rahatsızlıklar olur zaman zaman. Bu rahatsızlıkların detaylı takibinin yapılması ve teşhisinin en doğru şekilde yapılabilmesi içinse, bir takım tetkikler yapar doktorlar.

Bu tetkiklerin başında kişinin beslenme şekli muhakkak analiz edilir. Çünkü vücuda giren her besin kişinin vücuduna sıhhat veya hastalık vesilesi olur. Buna göre kişinin beslenme programı, alması veya almaması gereken gıdalar, eksik vitaminler konusundaki takviyeler vb. konular masaya yatırılır ve uygun bir tedavi stratejisi belirlenir.

Tıpkı bunun gibi, insanın ruhunda da meydana gelen sıkıntılar ve sorunlar konusunda, kişiyi besleyen her besin muhakkak pay sahibidir. Ancak besin derken sadece aklımıza ağızdan giren ve mideye inen şeyler gelmesin elbette.

Çünkü insan çok boyutlu bir varlıktır.. Görerek, duyarak, hissederek, deneyimleyerek, dokunma yoluyla da beslenir.

Bedende, ruhta, çok boyutlu olarak alır çoğu gıdayı. Bu nedenle insanın yalnız bedeni konusunda değil, genel olarak insanı ilgilendiren her konuda ne ile beslendiğine muhakkak bakmak gerekir.

Tabiri caizse kişinin yediği ne ise, damarında, kanında, canında, ruhunda gezinen de odur...
Bu durum toplumsal bünye için de geçerlidir. Son zamanlarda duyduğumuz toplumda infial meydana getiren, toplumsal olarak ahlâkî iflasın eşiğine gelindiğini özetleyen her olayda, ilk aklımıza gelen; bu toplum çok boyutlu olarak ne ile gıdalandı ki, sonuç böyle oldu sorusu olmalıdır.

Malum, her geçen gün toplum içinde hedonist ve narsist tipolojiler artıyor. Sapkın ve taşkın vakalar ise artık dudak ısırtıyor.

Zira toplumu maddi ve manevi olarak besleyen gıdalar bunu tetikliyor.

Helâl haram kaygısı olmadan mideye inenler bir tarafa, ahlaksız diziler, sapkın filmler, ifsat merkezli programlar, etkinlikler vs. toplumun bünyesinde zehir gibi dolaşıyor. Sonra nasılsa infial uyandıran bir olay olduğunda herkes şaşırıveriyor. Ne gariptir ki, en büyük ve şaşalı(!) tepkiler, tüm bu projelerde yer alan sözüm ona elit kesimden geliveriyor.

Onların çıkardığı gürültünün yanında, sorunun çözümüne dair en doğru çağrıda bulunanların sesi duyulmuyor bile!

Bir toplum gözünden, kulağından, aklından, ruhundan tazyikli bir şekilde ahlâksızlık ve sapkınlık alıyorsa, sonucunda bu durumun topluma, ahlâksızlık ve sapkınlık olarak dönmesi, maalesef üzülerek belirtelim ki, gayet olası bir durumdur...

Bu nedenle en masum çocuk masallarının sonunda bile, gökten elma değil, azabın inmesine sebep olan; vicdan, ahlâk, edep, haya yoksunu fertler toplumda ur gibi yayılıyor.

Allah'tan korkmayan, Peygamberden utanmayan, insanlığa acımayan fertler...

Peki çözüm nedir?

Önce gücümüz yettiğince Allah’tan korkmak ve Peygamberine bağlı kalmak. Sonra da tüm topluma bu daveti götürmek. Münkere karşı bağırıp, çağırmak yerine, marufu yaşamak, yaşatmak, anlatmak, haykırmak!

İnsanlığın ihyası ve inşası için çalışmak/çabalamak...

Netice de sadece bir kişinin bile hidayet vesilesi olmak, Peygamberin kavliyle, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır.

Sadece bir kişi bile çok değerli ve önemlidir!

Tıpkı hikayedeki gibi...

Adamın biri sahilde yürüyüş yaparken, bir gencin denize telaşla bir şeyler attığını fark eder.

Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını anlar.

“Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsun ?” diye sorar adam.

Genç hızla topladıklarını denize atar ve şöyle söyler: ‘’ Yaşamaları için...’’

Adam: ‘’İyi ama burada binlerce deniz yıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?” der.

Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan genç şöyle söyler:

“Bak Onun İçin Çok Şey Değişti...’’