Bizi Giydirenler Ve Muhafaza(Kâr) Moda
Hazır giyim furyasıyla beraber, giyim/kuşam konusunda hayatımıza hızla giren; çeşit-renk-desen-modelde envai çeşit ürünün hızına yetişemiyoruz neredeyse.
Hazır ve hızlı ürünler, sadece gardıroplarımızın değil, hayatımızın oldukça önemli bir bölümünü de doldurmuş durumda.
Her bütçeye ve zevke hitap ediyor olması, bu sektörü adeta zirveye taşıyor. Ciddi anlamda bir rağbet var giyim sektörüne. Öyle kriz falan da tanımıyor.
Sadece hazır ve hızlı giyim de demeyelim, içine özel tasarım veya sipariş üzere çalışan küçük-büyük işletmeleri de dahil edersek daha doğru olur.
Zira giyim/kuşam sektörünün merkezinde “moda” dediğimiz bir realite var. Bu realite tabiri caizse hepsinin anası hükmünde. Bu nedenle farklı kulvarlarda gibi gözükseler de hepsi aynı damardan besleniyor.
Peki nedir bu moda?
Yüz yıllardır parola misali her kapıyı açan...
Farklı toplumları aynı giydirmeyi başaran ve ayrı fikirleri de yine aynı adla susturan...
Moda deyince akan sular duruyor/duran sular akıyor. Durdurabilene helâl olsun!
Kelime anlamı gibi hızlı ve değişken moda...
Bu isimle yıllarca bizi giydirenler kimler acaba hiç düşündük mü?
Biraz araştırıldığında bile karşımıza araştırılmaya muhtaç, şahıslarına münhasır enteresan tipler çıkıyor. Bu şahısların mensubu oldukları ülkeler bizi şaşırtmıyor. Dünyada dönen oyunlarda esas oğlan hükmünde olanlar; uzun burnunu her şeye sokan İngiltere yine başta gelse de, Fransa, Amerika, İtalya, Almanya olarak devam ediyor başı çekenler.
Zaten ceza hukukunu, medeni hukuku ve benzerlerini de bunlardan almamış mıydık? Moda yoluyla bizi giydirmelerine şaşırmayalım o halde.
Her taşın altından çıkıyorlar maalesef!
Yolumuzu kendi taşlarıyla döşüyorlar.
O halde modanın mihenk taşlarından birini kaldıralım bakalım kim çıkacak?
Büyükçe bir taşı kaldırıyoruz ve altından modanın anası çıkıyor; “Coco Chanel. Namı- diğer Madam Coco. Fransız gibi gözüküyor, koyu bir katolik, sıkı bir Nazi ajanı olduğu iddia ediliyor. Sözde anti semitist ancak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm Nazi yandaşı kadınlar bedelini anlatılamayacak kadar ağır bedellerle öderken Coco'ya hiç bir şey olmuyor. Kim yardımcı oluyor? Churchill...
Lojistik destek harika!
Sonraki yıllarda Yahudi firmalarla ticari ilişkiler güzel gidiyor.
Yani, finansal destek de harika!
1930 yılında da, Mustafa Kemal'in isteğiyle Türk Silahlı Kuvvetleri için üniforma.(1980 yılına kadar bu tasarım giyiliyordu.) tasarlıyor
Kültürel etkileşim de harika!
Bu kadar harikayı bir araya getirmeyi başaran harika kadın(!) Elinde ise moda asası var.
Kadınlara ilk pantolon giydiren ve sigarayla pozlar veren, çalışan kadına cinsiyet eşitliği konusunda estetik açıdan (!) dokunan Coco; bu günün Türkiye'sini görse gurur duyardı kendiyle.
Şunu merak ediyor insan;
Acaba koca bir orduyu giydirmek mi daha gurur vericidir/ve ya koca bir moda ordusunun, kurşun asker hüviyetine bürünen yığınlarını mı?
Öyle ya, yüz yıllardır koca bir insanlığı giydirenler aynı zamanda, koca bir moda ordusunu meydana getirmiş oldular. İtaatkâr bir ordu üstelik.
Çuval giy denilse, giyinen!
Tamamen soyun denilse soyunan!
Adeta yaratıcısına itaat edercesine.
Zaten moda kendini hep yaratma/yaratıcılık üzerinden tanıtmıyor mu?
Toplumları yaratmak(!)
Ya da kişinin kendini yaratması(!)
Modanın annesi de öyle söylüyor; “Hayat beni memnun etmiyordu, ben de kendi hayatımı yarattım...”
“Hayat; kendini bulmak değil kendini yaratmaktır...”
Moda akımının fikir babalarına göre de, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre, en üstte bulunan “kendini gerçekleştirmek” idealine çok büyük şeyler katandır moda.
Hatta bazen Yaratıcıya rağmen yaratma argümanları da sık sık araya sokuşturuldu. Toplum hızla değişim-dönüşüm ve asimile ile tanınmayacak duruma geldi.
Modanın başarı öyküsünde, öykünme başroldeydi hiç kuşkusuz. Toplumlararası ilişkiler etkileşimi, etkileşim ise taklidi tetikledi. Tetikten çıkan kurşun giyinme konusundaki hassasiyetlerimizi vurdu. Sonuç olarak geldiğimiz noktada, muhafaza(kâr )moda ile de tanışmış olduk. Tanışmak da değil artık yüz göz olduk.
Bu sektörün instagram fenomenleri dünyalık kârı kaldırıyor olabilirler ama hesap gününün vebalini kaldıramayacaklar. Çünkü bu raydan çıkmış trenin, ilk vagonu onlar.
Artık farzlar, tarzlarla yarışır oldu. Beyazı siyah-siyahı beyaz gösterecek sihirli kelimeler kullanıldı; estetik, zarafet, gençlik, farklılık, yenilik gibi....
Artık tesettürlü bay ve bayanların giyimini belirleyen ayetler ve hadisler haşa reforma muhtaç ilan edilirken, giyim kriterlerini moda trendleri belirler oldu.
Giyim tarzını hep birilerine beğendirmeye çalışan kompleksli Müslümanlara dönüştük.
Kendisinden geldiğimiz ve tekrar O'na döneceğimiz Eşsiz Yaratıcı, giyim/kuşam konusunda bakın ne buyuruyor;
“Ey Ademoğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süslenebileceğiniz elbise indirdik. Takva elbisesi, işte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar...”(Araf 26)
Üç boyutlu bir dengeye işaret ediliyor giyim/kuşam konusunda;
Mahrem yerleri örtecek.
Aynı zamanda zinet ve süs olarak kullanılabilecek.
Ancak takvayla çelişmeyecek. Ya da Allah' a rağmen olmayacak. Bu ayetin tevili farklı yapılabilir amma, Arapça metninde libas yani giyinilen şey için ‘enzelna'(indirdik) ifadesi giyim konusunda bir başıboşluğa yer verilmediğini ispatlıyor. Bizi yaratan; bize libası da ölçüyü de indiriyor.
Bu nedenle Allah Azze ve Celle’nin razı olacağı biçimde sakınmak, korunmak gerekir. Bu bilinçle giyinmeliyiz. Bu üç dengeyi muhafaza edemeyen muhafaza(kâr ) moda takipçileri; ayağının altındaki sehpanın üç ayağını da kıran, idamlık mahkûmdan farksızdır.
Kurtuluş için; moda urganını boynundan çıkarıp, giyinirken bu üç dengeyi; “mahremiyet-zinet-takvayı” muhafaza edenlerden olmak duasıyla...