Ne o, uyuyamadınız mı gençler?
Hamd Allah`a, Salât ve selam da O`nun pak Rasulüne olsun.
Beklenen paket açıklandı. Mağdurlar mağduriyetlerinin bitip bitmeyeceğini öğrenmek için bekliyordu paketi, muhalifler muhalefet etmek için, yatan adamlar da yatmak için.
Paket ihtiyaçları karşılıyor gibi gözükse de, daha iyisi olabilirdi demekten kendimizi alamıyoruz. Çıraklık ve kalfalık döneminde çözülmeyen başörtüsü meselesi ustalık döneminde de çözülemedi maalesef. Emniyet, adliye ve askeriyede başörtüsü hâlâ yasak! Gerekçesi de bu kuruluşların mensuplarının üniforma giyme mecburiyeti olması. Hem nalına hem mıhına! Üniformaya bir ‘başörtüsü` eklenebilecekken, polis, hâkim veya savcı olmak isteyenler mağdur ediliyor. Sayın Başbakan konuşmasında “yargıda hâkim ve savcı bunun dışında” diyor. Demek ki mübaşir olunabiliyor. Peki mübaşir de üniforma giymiyor mu? İşte burada o ince ayrıntı çarpıyor gözümüze. “Başörtülü isen ayak işleri yapabilirsin. Fakat asla yüksek yerler hayal etme!” Ayrıca yine bu sınırlamayla adeta “Müslüman ol, fakat benim istediğim yere kadar. Dinini yaşa fakat belli sınırlara kadar!” mantığı hâkim. Birileri tepki gösterebilir. Bu kadarı da büyük başarı, diyebilir. Ancak bu paketle, günümüz mağduriyetleri kısmen gideriliyor olsa da geçmişin mağduriyetlerine dair neredeyse hiçbir madde bulunmamaktadır.
Geçmişte mağdur olanlar bugün hâlâ mağdur… Sadece sesleri çıkmıyor. Birçoğunun, kendi boyunda çocukları var ve “Yavrum okusun yeter!” diyorlar. Ancak acaba içlerinde kopan fırtınaya hiç kulak kabarttık mı? Yaşadıkları sıkıntıların günümüzdeki tezahürlerini çözebildik mi? Kimisinin hırslı oluşu ve öne geçme çabasını, kiminin hep kenarda kalıp bazı şeyleri seyretmekle yetinmesini, kiminin hâlâ yaşadığı maddi sıkıntılarını, kiminin sinirli ve gergin hallerini, kiminin psikolojik sorunlarını ve korkularını, kiminin amaçsız ve programsızlığını geçmişteki mağduriyetin devamı olarak gördük mü hiç? Yoksa “Çocuklarım okusun yeter!” sözü işimize mi geldi?
Davetçi Müslümanlar olarak bizler de acaba, işlerinde bir türlü dikiş tutturamayan kardeşimize bu gözle baktık mı? Elbette ki mesele sadece başörtüsü ve okul meselesi değildir. Bunun muhacereti var, zindanı var, kalabalıklar içerisinde bir başına, rüzgârın uçurduğu bir gazel gibi oradan oraya amaçsızca dolaşması var. Paketten kısmetimize başörtüsü çıkınca, konu da haliyle o oluyor.
Her türlü mağduriyeti yaşayan tesettürlülerin gönlünü almak ve mağduriyetlerini gidermek epey bir zor elbette. Zira onlar sadece din düşmanlarıyla değil, kendi hoca efendileriyle de uğraştılar. Okulu bırakıp evine dönmek isteyen genç kıza ailesi tam izin verecekken, ötelerden gelen “Bacılarımız sabretsin, başlarını açıp girsinler. Yasak çok yakında kalkacak” talimatıyla 180 derece dönen aileyle okul kıskacında sıkışan mağdur kızın mağduriyeti nasıl giderilecek? Sözün söylendiği yıl: 2002; yasağın kalktığı yıl: 2011. İki üniversite bitirir insan o sürede. Bu ne yaman öngörüymüş(!)
Başka bir mesele de ant meselesi. “Malum ant” kaldırılınca ortalık ayağa kalktı. Meğer ne çok Türk milliyetçisi varmış da haberimiz yokmuş. Bunca kafatasçıyı bir arada görmek bu güne kısmetmiş. Türk olmadığı halde varlığını Türk varlığına armağan etmek isteyenler mi dersiniz yoksa yüzüstü sürünenler mi? Rengârenk memleketim… Her telden çalıyor millet.
Çok küçüktüm. Komşular toplanıp ziyarete gideceklerdi. Ziyaret nedir, diye sordum. Türbe dediler. Çocuk aklım ikisini de almamıştı. Neyse, gittik. Komşular birer ikişer girip içerde yatıyorlardı. On dakika içinde uyuyamayanlar suratları asık bir şekilde çıkıyorlardı. Meğer bir dilek tutuyorlarmış. On dakika içinde uyuyabilirlerse dileklerinin gerçek olacağına inanıyorlarmış. Uyuyamayanlar da o yüzden üzgün çıkıyormuş.
Bu “Andımız” adındaki saçmalık kaldırılınca anladık ki böyleleri geçmişte kalmamış. Hâlâ türbede yatıp “uyku falı” bakanlar varmış. Andın kaldırılmasını protesto eden bir grup genç de Atatürk`ün türbesine gidip yatmış. Allah bilir ne dilekleri vardı garibanların! Ne o, uyuyamadınız mı gençler?