Bu eleği sallayan el kimin?
Müslümanların kırılma noktası neresidir diye bir sual ile bir Müslümanın kırılma noktası neresidir suali muhakeme açısından ayrı gibi görünse de mana itibari ile birbirinin mütemmim cüzü olduğu aşikârdır. Yani Müslümanın kırıldığı ya da dağıldığı enstantane ile Müslim bir topluluğun tarumar oluşu birbiri ile tamamen ilgili ve sebep – sonuç ilişkisi bakımından ilintilidir.
Ve ne bidayetini ne de nihayetini düşünmeden biz yaptık oldu diyerek aydınlanmanın boyası ile boyanarak hem makyajını hem de modernite ile imtihanı siyasal ya da sosyal İslamcılığın içerisinde yeşil bir şal ile örtünerek hem Müslim hem de demokrat Müslim kalınamayacağını anlayamamak. İşte bu tarih sahnesi içinde bir ferdin başına gelebilecek en büyük imtihan idi. Ne yazık bu imtihanda insanlar gönüllü aday olarak renksizliğini izhar etmiş oldu.
Yeryüzünde bulamadığım cenneti ben gökyüzünde aramam diyen bir zihnin, sekülarize olmaktan başka hiçbir çıkar yolu yok iken, halen devletin dini adına Allah`ın dininin müntesipleri gibi rol kesmesi tarihin en büyük tuluatıdır. “Hacivat – Karagöz oyunundan, Hacı yat – Paragözüz biz “mesabesine gelmek erdem işi olmaktan ziyade her dem devletin kuluyuz anlayışına amade kılıyor bizi.
Tevhit dininin müntesipleri olması gereken kulların dini vicdan, siyaseti ise cüzdan arasında mahfuz tutması; işin vahametini gözler önüne sermektedir.
Peygamber ocağından başlayan ordunun serüvenini yeniçeri-eskiçeri diye bugün ayrışmaya tutmak, ordu millet el ele diyenlerin bugün kendi çocuklarını linçe tabii tutmasına sebebiyet veren zihniyetin arka planında herhalde din-iman mefhumu yoktur.
İslamcılık bizatihi kendi başına cılk bir ideoloji iken, düalist bir anlayış ile siyasal ve sosyal İslamcılık diye ayrıştırarak devlete meftun kılanlar yine bir oyun ve manevra ile hepsini bir eleğin içine atarak alta kalanın canı çıksın hesabı yapmıştır. Elek üstü duranların bu cesameti fazla iken, kendilerine sormaları gereken sual bu cesameti sağlayanın devletin derin ve sığ aktörlerinin olup olmadığıdır.
Müslümanlar iki tercih ile karşı karşıya bırakıldı:
Ya modernitenin nimetleri olan “ilerleme, ferdiyetçilik, demokrasi havariliği, liberalizm, sivil toplum lüksü ve en önemlisi tüketim toplumu haline gelmek ya da kendi kaynaklarına dönerek seküler ve aydınlanmacı dünya düzenine kafa tutup Allah`a kul olmak.
İradesini göstererek hakiki Müslim olmak… Tercih elbette ki akleden kalp sahiplerini ilgilendirir. Sözümüz önce kendimize sonra bendimize olmalı. Kimse bu vahim durumdan azade değil elbet.
Hâsılı kelam dünün namuslu kalemşörlerinin zoru görünce bugün namus ele verilmez, en iyisi dilimiz ile paryalık yaparak bi-namus kelamşörlüğe soyunalım “ demesi.
Kral çıplak demek işin zor kısmı değil artık, soyunan dökünen entelijansiyanın anadan üryan gezdiğini görüp hayâ etmek…
Öyleyse tam da burada bence soru şu olmalı tüm halklar için;
NATO dünyanın en büyük terör örgütü mü?
Değil mi?
Mesele ne o zaman?
Alan memnun, satan memnun...