Gül-seren-ler
Bismi Hû
Ayşenur Yönden; 15 yıldır cezaevinde bulunan Yusufi Ali Rıza Yönden`in eşi. Tek elemi yokluğunu yüreğinde hissettiği hayat arkadaşının cezaevinde oluşu değil. Yüreği ikiye kesilmiş, acılarının birbiri ile yarıştığı ve her bir yaradan akan kanın birbirine karıştığı hayat hikayesi onunkisi. Eşinin yokluğunun verdiği acıyı dondurmak zorunda kalan ve ilik kanseri olan evladı için yanıp kavrulan bir anne. Buruk ve eksik yanı ile konuşmaya mecali yok. Zira tüm direncini kanser olan oğlu için sarf etmesi lazım. Rabbin bir lütfu ki Mehdi`nin babası ile dokuları uydu ve ilik nakli gerçekleşti. Nakil sırasında hem Mehdi`nin hem babasının yaşadığı ortamın hijyenik olması gerekiyordu. Yusufi baba Ali Rıza Yönden`in ilik nakli süresince hastanede kalmasına izin verilmedi. Oysa bu bir çocuğun hayatı için azami ölçüde ehemmiyet arz ediyordu. Ali Rıza Yönden hastane ile cezaevi arasında getirilip götürüldü. Cezaevi şartları ne kadar hijyenik olabilirdi ki? Mehdi ilik nakli gerçekleştirildikten sonra mikrop kaptı. Şuan çok zor bir tedavi süresi var ve sağlık durumu iyi değil. Bir kadın olarak empati kurduğumda diyorum “Ya Rab dağına göre kar verirsin” Eşinin yokluğu ve ölümle pençeleşen oğlunun verdiği acılar arasında say yapan bir Hacer… Bir sene önce yakalandığı ilik hastalığı nedeniyle kazandığı Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesine gidemeyen Mehdi Yönden'in annesi.
Gülseren Tilki; 2000 yılında gözaltına alınan ve günlerce işkence gören Hasan Tilki`nin eşi. 23 yıldır evli idi ama yalnızca 10 yıl beraber kaldılar. 5 yıl muhaceret hayatı yaşadı.14 sene boyunca eşini bekledi. Artık beklemiyor. Bekleyişlerini de aldı ve ukbaya gitti. Eşi cezaevine girdiğinde sağlıklı bir bayan iken hayat arkadaşının ve iki tane zihinsel engelli çocuğunun omuzuna yüklediği kederi taşımak kolay değildi. Kalp hastası oldu. Kalp hastalığına astım da eklenince ve durumu ilerleyince günlük yaşamını devam ettiremez hale geldi. Hasta yatağından kalkamadı ve Yusufi eşini ziyarete gidemedi. Tam altı sene boyunca eşinin mektupları ile nefes alan bir kadın idi Gülseren Tilki. Adana Gülseren ile anlam kazandı benim için. Onun evine gittim. Odası ve evi gül kokuyordu. Senelerce evine gül sermişti. Umudu vardı bir gün Hasan`ı gelecekti. Eşine yazdığı bir mektubu okudum. Şuan nasıl titriyorsa ellerim, mektubu okurken de titredi yüreğim. Diyordu ki; “Hasan sen sıcağa dayanamazsın, cezaevi sıcak diye sen orada sıcakta kavrulurken burada vantilatörü açıp serinlikte kalmaya gönlüm razı değil” Mektupta o kadar taze bir sevda vardı ki, imrendim. Her gün sevda tazelemişti hayat arkadaşına. O ev, Gülseren`in çocukları, çocuklarından ortanca olanın annesini rüyasında gördüğünü söylemesi, söylerken gülümsemesi… Bir çocuk gülüşü neden ağlatır insanı? “Annem” derken nasıl kanatır bir yüreği? Kabrine gitmedim. Onun kabri eviydi. Senelerce yattığı kanepesinde oturdum. Ayrılmak istemediğim bir evdi. Günlerce kalıp Gülseren`in acısı ile hemhal olmak istedim. Kendisine gelen mor kumaşı eşinin geleceği gün diktirip giymeyi umut edendi Gülseren. Ve kefeni ile dahi karşılayamadı eşini. Uzun çaba ve müracaatlar sonucu taziye izni verilen Hasan Tilki mermerden elbise giymiş halde gördü eşini. Gerçi mermerde yakışmıştı Gülseren`e. Mermere de gül sermişti.
Şuheda Boylu; 1995 yılında tutuklanan ve 30 yıl hapis cezasına çarptırılan Fikri Boylu'nun eşi. Vücudunun yüzde 99'u engelli olan Yahya Boylu`nun annesi. Henüz altı aylık evli, elleri kınalı bir gelin idi. Ve Yahya'ya hamile iken eşini Yusuf'un medresesine uğurladı. Yahya`nın ikizi evlendi, çocuğu oldu. Yusufi Fikri Boylu ikiz çocuklarının büyüdüğüne şahitlik edemeden torun sahibi oldu. Bir anne için çocuğunun isminin başına "özürlü" takısı gelebilir. Ama onlar için "özürlü" asla bir sıfat değildir. Özürlü takılı çocuğunu cennete uğurlayan biri olarak bilirim bunu. Fikri Boylu`nun yeniden yargılanması isteği hâkimlerce ret edildi. Yahya`nın tek arzusu babasına kavuşmak. Tebessüm toplamak istiyorum Yahya... Adımlarım çürüyene kadar ve yâdımda ki tüm masallar ülkesine yürüyene kadar toplamak... Dünyanın tüm tebessümlerini yüreğine saçsam, bir sarılmalık baba etmez ki gülüm. Senin gözlerine bakınca ve yüreğim annenin yüreğine akınca, kendi acılarımdan utanıyorum. Keşke bir mendil olaydım Yahya. Önce gözyaşına doyaydım. Yüreğine dolanaydım. Acılarınla dolaydım. Acına sünger olaydım.
Yahya'nın kucağına babası yerine oyuncak bırakıp evine giden Sare Hanım;
Bir günlüğüne değil, bir saatliğine Yahya'nın annesi olur musun? Ama Yahya'nın annesi olmak kolay değil. Yahya gibi güzellikler, dağ yürekli annelere verilir. Yahya Boylu'nun çilekeş annesinin ellerinden hürmetle öptüğüm gün bahtiyar kılınacağım.
Bu hikâyeler diğer acı yürekli kadınların mümessili. Ahde vefanın ne demek olduğunu haykırırcasına bir bekleyişin ve umuda umut ekleyişin öznesi. Hepsini yazmak isterdim. Ne kalem, ne kelam yeter.
Bu ülkede her balkon konuşması ile adalet bir kez daha yere düştü. Herkese mavi boncuk gibi dağıtılan adalet Yusufilerden esirgendi.
“Kur'an dersi verdiği için mahkûm edilenler var" cümlesine inanmayanlar, abartılı bulanlar var. Abartan biz değiliz, dosyaları kabartan yargı. “Artık özgürsün” denildiğinde sevdiklerinin adını bir mezar taşında okuyacak kaç Yusufi, kaç muhacir var?
Veyl olsun;çocukları ağlatanlara, anaların yüreğini dağlatanlara, babaların saçlarını cezaevinde ağartanlara, eşlerin ciğerini sızlatanlara.
Ne çok ağlattınız, ne çok dağlattınız nané sélé pişiren Kürt analarını.Yusuflara ne çok intizar biriktirdiler. Ne çok inkisâr ile göçtüler.
Elbette gün gelecek, ağlattığınız çocukların anaları sizin saltanatınızı sallayacak. Beşiklere kırmızı gül takan analardır onlar...
İşte bunlar, elemin hammalesi, hayata gül seren, eşleri esaret altında olan gür yürekli, hür kadınlar.
“Hür Adaylar arasında bayan yok" diyenlere el cevap; Adı “ay” olan hür kadınlar, gün doğumuna kadar güneşi sırtlıyorlar.