Hak ihlali ve lütuf ihsanı
Hepimiz biliriz erdemlilerin antlaşmasının ne olduğunu. Yani tarihi vesikalara yansıyan adı ile “Hılf-ul Fudul” cahili bir dönemde her türlü zulmün ve adaletsizliğin kol gezdiği bir dönemde erdemli insanların, mazlumların hakkını zalimlerden geri alarak mazluma iade ettiği bir yüreklilik serüveni. Din, dil, mezhep gerektirmeyen ve sadece insanlık onurunun yükümlülüğünü yerine getirmenin izzet ve şerefi yani sadece meşrep meselesi. Bunu söylerken dini, gelenek sanan zavallıların itiraz ve şedit hamlelerini de göze alarak söylüyorum. Evet, sadece ve sadece meşrep meselesi, zulme rıza göstermeyerek mazlumun yanında durabilme yürekliliği...
Felsefe insanı tariflerken hayvanattan ayıran özelliğinin natık oluşu yani konuşması olduğunu beyan eder. Natık-ı mahluk (Konuşan yaratılmış). Konuşma elbette boş konuşma manasında değil. Konuşabilmek için zihninizin işlevsel olması gerekir. Zihnin işlevselliği ise düşünme yetisini elzem kılar. Hak ve hukuk adına düşünmeyen bir aklın erdemliler antlaşmasını fuzuli olarak görmesi; bugünün “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” düsturunu ya da destursuzluğunu ilzam ettiğini ise aşikâr kılması kaçınılmaz.
Zamanın birinde dönemin sultanı aşçıbaşını çağırır ve canının patlıcan yemeği çektiğini söyler. Bunun üzerine aşçıbaşı patlıcan ile ilgili bildiği-bilmediği ne kadar meziyet var ise sıralamaya başlar. Bu arada sultan fikir değiştirir ve ayva ile ilgili bir yemeği tercih edebileceğini söyler. Yeniden söz alan aşçıbaşı patlıcan ile ilgili ne kadar menfi söz var ise sıralamaya başlar. Bunun üzerine sultan hiddetlenir “bre adam demin patlıcanın olmadık meziyetlerini sayıyor idin, şimdi ise ne kadar kötü olduğunu beyan ediyorsun. Nasıl bir adamsın sen!” der. Aşçıbaşı gayet pişkin bir yüz ifadesi takınarak. “Ama efendim ben sizin uşağınızım, patlıcanın uşağı değilim ki” der.
Mesele aslında Çözüm Süreci ile ilgili birkaç kelam etmek arzusu idi. Lâkin son dönemlerde ister siyasi arenadan ister düşünce platformlarından, ister ise entelektüeller arasından siyasi erke yamalanan o kadar çok uşağı görünce insanın çözümün süreç ile ilgili değil, bizatihi insanlık ile ilgili olduğunu düşünmeden edemiyor. Kürt halkının yaratılıştan olan haklarını bir lütuf, bir ihsan gibi sunma çabası elbette akil insanların Doğu ve Güneydoğu`ya değil siyasal erke lazım olduğunun delili. Aksine erk iktidarının ebet müddet oluşunu beyan ile kendine muhalif olma hassası olan ne kadar birey var ise bir şekilde yanına yandaş olarak almaya namzet.
En son iki tipoloji siyasi arenada “Harun gibi geldiler Karun gibi oldular” diyen bir muhalif partili ile affedersiniz bana da Ermeni dediler, herzesini sineye çekip ne kadar makul ve mantıklı söz olduğunu ispat ile kendini mükellef sayan bir azınlık entelijansiyası (aydınlar).
Hâsılı şayet hak arayanlar kendi aralarında kavga etmeyi bırakıp hedefe hep birlikte nasıl hamle yapılır düsturu ile hareket etmedikçe, iktidarın kendini muhafaza adına bölüp parçalayacağı aşikâr. Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmaz ve bunun delili ise Bakanlar Kurulu`nda edilen şu manidar sözdür. ”Benim askerime, benim polisime kurşun sıkılmasın da kendi aralarında istediği kadar kavga, istediği kadar ölüm olsun.” Bunu söyleyenin ardına düşüp halen safdillik gösterip hak talebinde bulunana hamakat ehli denir.
Hakkın yaratılıştan olduğunu bu toprakların doğusuna batısına, kuzeyine güneyine anlatmadan iktidarın merhametine nail olmaya çalışmak, bu halkı izzete değil zillete düşürür. Cemiyetin ikna olduğu bir meselede de hak vermek lüksü hiçbir erkin haddi ve hakkı değildir. Ol sebepten yeniden bu toprakların halklarını kardeş ilan etmek için genel bir seferberliğe ihtiyaç vardır. Dünün müşriklerinin bugünün muvahhidi yarının ise şehidi ve şahidi olduğunu unutmadan ve unutma hadsizliğine düşmeden hem de…