Kim Korkar Öcülerden?
Bismi HÛ
Gurbette olunca memleketteki gündemi takip etmekte geç kalabiliyoruz kimi zaman. Mamafih Rahman`ın bizlere birer lütfu olan “doğruhaber gazetemiz” ve “Rehber TV`mizle” bu açığımızı kapatabiliyoruz. Bir bayan olarak gazetemizin bayan yazarlarına daha bir alakam var elbette. Gazetemizin web sitesinde Hacer Sara Toprak ve Betül Yılmaz bacılarımızın aynı mevzuyu kaleme aldıkları makalelerini okuma imkânı buldum. Her iki makaleyi de bir solukta okudum. Kendi duygularının yakınlığında, cümle hicaplıların hissiyatına öyle güzel tercüman olmuşlar ki. Camiamızdan yüreğini ve İslami kimliğini bu denli nezih bir üslupla ortaya koyan ve kalemi ile seslerini duyuran bacılarımızın bulunması onur verici. Duygulandım. Beni gurbetten sılaya doğru alıp götürdü bu duygu. Hasretten üşümüş gönlüme bir lahza tebessüm kondurdu bu duygu.
Onlar noksansız yorumlamışlardı biz çarşaflı Müslüman bayanları hedef alan“öcü” yakıştırmasını. Makaleleri okuduğumda öyle duygulandım ki. Bu duygumun kendini bilmeyen bayan Serra Yılmaz`la katiyen ilgisi yok. Ben şu geldiğimiz günlerimiz adına duygulandım. Eskiden de bu tür insanlar kendi çirkeflerini aşikâr ederlerdi. Ama muhatapları yoktu. Boş meydanlarda istedikleri gibi at koştururlardı. İşte gün, artık o eski gün değil. Artık bizler de feryadımızı haykıracağımız, duygularımızı anlatacağımız bir platforma ve imkâna sahibiz. Bize bu fırsatları nasip eden Rahman`a layıkıyla hamdu senalar olsun. Bu hissiyatıma binaen ben de yüreğimdekileri kelimelere dökmek istedim.
Yüreğinin asaleti kalemine sirayet etmiş olan Betül Yılmaz bacımız yazısının son paragrafında öcülerin ninnisi ile büyümüş bedbaht şahsa hitaben “gelin tanış olalım” diyerek onu öcülüğe davet etmişler. Ben doğrusu ahbap olmak istemem. Belki de Muhtereme yazarımız Betül Yılmaz kadar engin hoşgörüye sahip olmamamdandır bu hissiyatım.
İnsanoğlu neden ve niçin korkar ki? Korkmak duygusu diğer duygularımız gibi Rahman`dan bizlere bahşedilen bir histir. Varlık âleminin sahibi; “Kahhar” sıfatı ile insanoğlunu korkutmaktadır. Eğer Rabbimizi tanımasaydık ve O`nun “Kahhar” sıfatına vakıf olmasaydık biz O`ndan korkmazdık. İnsanoğlu sevmek için de, korkmak için de tanımaya ihtiyaç duyar. “Korkuyorum” ifadesini okuyunca hatırıma bir anım geldi. Bir ara arkadaşlarla yeşillik bir yerde oturup sohbet ediyorduk. İri bir böcek bizim oturduğumuz hasırın üzerinde gezinmeye başladı. Bizler gayriihtiyari hemen ayağa kalktık. Ve irkilme duygumuzu yenerek yeniden oturduğumuz zaman bir arkadaşımızın dokuz aylık bebeğini böceği izlerken bulduk. Biz o mahlûkatın böcek olduğunu ve üzerimize sıçrayabileceğini bildiğimiz için refleksle ondan uzaklaştık. Ama bebek henüz bunu bilmiyordu. Tanımıyordu o mahlûkatı. Onu ısırabilme ihtimalinden habersizdi. Öylece bakıyordu sadece.
Serra Yılmaz, bizden neden korkuyormuş? Onun korktuğu çarşaf değil. Bizzat çarşafın içindeki. Zira tanıyor ve biliyor. Tanıdığı için de korkuyor. Biliyor ki; bu çarşaflılar çoğalırsa dünya onun gibilere dar gelecek. Biliyor ki; kaçacak rahatı. Biliyor ki; artık sürdüremeyecek kendisinin beğendiği ama onu yaratan tarafından iğrenç bulunan hayatı. Biliyor ki; ellerinden gidiverecek saltanatı. Biliyor ki yıkılıverecek sırça sarayları. Ve korkuyor ki; baktığı her yerde görmek zorunda kalacak kara çarşaflıları.
Bu yüzdendir ki; Serra Yılmaz Hanımefendi gibileri; nasıl tanıyorlarsa bizi ve istemiyorlarsa bizleri… Bizde biliriz onları, tıpkı ödleri patlayacak kadar tanıdıkları gibi bizleri… Onların sevmezi mümkün değildir bizim gibi çarşaflı öcüleri. Zira tanıdıkça nefretleri perçinleşir. Bizlerin; her geçen gün, din gününün sahibine daha bir bağlandığımızı ve O`nun ipine daha bir sarıldığımızı idrak ettikçe onların kinleri depreşir.
Bırakalım da korkudan ödleri patlayacak kadar tanısınlar bizleri… Kendi haline bırakalım kinden ve nefretten gözü dönmüşleri…
Ayşegül Yıldız