• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Kadınların annelik güdüleri yok edilene kadar boyun eğmeye devam edeceğini söylüyor Simon Beauvoir.

Sartre’yle 50 yıl boyunca nikahsız yaşayarak feminizme yeni bir ivme kazandıran, ikinci dalga feminist hareketin öncüsü!

Beauvoir, kadının biyolojisini kısıtlayıcı olarak görüyor, aya özel günlerin, hamilelik, ev hanımlığı, çocuk emzirme ve doğum gibi durumların erkekle olan koşusunda onu geride bıraktığını iddia ediyordu. Erkek bedeni bunlardan muaf olmakla iş hayatına dahil olma yarışına önde başlıyordu. Ne de olsa feminizme göre kadının kamusal hayata katılımı kutsaldı. Kapitalizmin kadın emeğine ihtiyacı vardı.

Bunun için Beauvoir’a göre kadınlar ya biyolojik özelliklerini baskılamalı ya da değiştirmeliydi. Annelik kadını evladına, evine bağlıyor, iş verimini düşürüyordu. Annelik kadını eziyor, ama fabrikalarda çalışmak için sabahın köründe toplu taşıma araçlarına binmek, ağır işlerin sorumluluğunu taşımak, her ay aldığı ücretle evin giderlerine ortak olmak özgürleştiriyordu.

Üstelik feminizme göre aile erkek egemenliğinin üretildiği yerdi. Kadının evden uzaklaşması, çalıştığı sektörde başka bir erkeğin tahakkümü altına girmesi erkek egemenliği değildi yani. Başında bir erkek olan firmanın ürününü, kendi bedenini sergileyerek pazarlaması, sakız kadar küçülmesi, cinsel cazibesini kullanarak müşteri çekmeye çalışması, işe alınma şartının güzel ve bakımlı olma şartlarına bağlı olması erkek egemenliği değildi.

Soğuk havada sokak süpüren belediye işçisi bir kadın kocasıyla eşitlenmiş oluyordu. Üzerine yağmur, çamur sıçramasına rağmen bir zamanlar erkeklere mahsus kılınan bir mesleği yapınca, toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmış oluyordu.

Kapitalizmin, kadının emeğini rahat çalabilmesi için bu ideolojiye ihtiyacı vardı. Kadına ve erkeğe ait alanlar, çalışma ortamları, davranışlar, giyim şekli, hatta duygu, düşünce ve güdüler dahi ayrımcılıktı, ortadan kalkana kadar savaşılmalıydı.

Yapılan toplum mühendisliği sonucunda feminist dalga Batılı Ülkelere yayıldı ve BM’yi tüm dünya kadınlarının haklarını savunma maskesiyle tahakküm altına aldı ve globalleşti. BM kadın konferansları ve Uluslararası yasalar aracılığıyla BM’ye bağlı Ülkelerdeki Aile ve Kadın Politikaları feminist ideolojiye mahkum edilmiş oldu. Bu Uluslararası kurumun kadın için oluşturduğu standartlar başka ülkeler için bağlayıcı bir nitelik kazandı.

Aydınlanma, Sanayi İnkılabı, Reform hareketlerinin sonucunda Batı’da ortaya çıkan feminizm ancak Batının yaşadığı tarihsel süreç sonucunda elde ettiği zorunlu bir sonuçken, tüm ülkelere evrensel kadın hakları akımı olarak dayatılması karşısında başta Türkiye olmak üzere İslam Ülkeleri iyi bir sınav veremedi.

AK Parti iktidarı döneminde Aile Bakanlığı tarafından BM’nin dayattığı yasalar olduğu gibi kabul edildi, iç hukuk bu yasalara göre düzenlendi. Yirmi yıllık süreçte kadını iş hayatına iten, evindeki emeğini küçümseyen, anneliği onarmak, teşvik edici politikalar uygulamak yerine bol bol bebek bakım evleri ve kreşler açarak anneler için dışarıda çalışmayı cazip hale getiren politikalar izlenmeye devam edildi.

 Gelinen noktada kadınlarda annelik duyguları zayıflatıldı. Genç evliler artık iki çocuk sahibi olmayı bile fazla görür hale geldi.

Aile kurumunu küçümseyen, eşleri birbirinin rakibi haline getiren, sorumlulukları değil hakları öne çıkartan, sevgiyi sadece cinselliğe indirgeyen, zinaya, aldatmaya özendiren, anneliği ayak bağı olarak gösteren TV programları da feminist ideolojiyi toplumun mihenk taşı olan kadınlara pompalamaya devam ediyor. Bu gidişe bir dur diyen de olmuyor.

Durum bu iken CB Erdoğan’ın genç nüfusun alarm verdiğini söylemesi hiçbir şey anlam ifade etmiyor. Eğer böyle giderse ortada ne aile kalır, ne nüfus…