İnsanlığın düşüşü
İnsanın bedeni için, ruhunun mezarı demişti Sokrates. Bedenin yani nefsin arzularını frenlemekle ruhunun yüceleceğini söylemişti. İnsanın iradesi ancak bu şekilde güçlenebilirdi. İnsanı insan kılan iradesinin güçlenmesiydi.
Ruhu ölümsüz ve değerli kabul ediliyordu insanın.
Eflatun, insan bedenini hem iyiye hem kötüye yönlendirilecek bir araç olarak kabul etmişti. O da bedeni ruhtan aşağı görüyor; yeme, içme, cinsellik, giyim ve keyfe dayalı arzularda kısıtlamaya gidilmesi gerektiğini söylüyordu.
Eflatunun talebesi Aristo ise bedenle ruhu bir bütün olarak görüp ikisini birbirinden ayırt etmiyordu.
Hristiyan olan Seneca, akıllı insanın ruhunu bedeninden boşayacağını söyleyerek bedensel zevklere dalmanın aklı perdelediğini, ruhu kirlettiğini ifade ediyor, insanı zühde yönlendiriyordu.
Hristiyanlığa göre beden ilk günah nedeniyle şeytanın mülkü, Hz. İsa'nın Allah'ın kelimesi olmasıyla birlikte ilahi ruhun cisme bürünmüş haliydi. İki yönü vardı bedenin. Bir taraftan günahın kaynağı, diğer taraftan kutsaldı. Hem çarmıha gerilmeli, acı çektirilmeli, aç bırakılmalı, arzuları bastırılmalı; hem de kutsal kabul edilmeliydi.
Modernleşmeyle birlikte Tanrı, insan, beden, ruh, tabiat hiyerarşisi alt üst oldu. Deskartes 'Düşünüyorum, o halde varım' dedi ve insan bedenini makinaya indirgedi. Kas, kemik, doku ve organlardan oluşan bir makine. Artık makina insanın tanrıyla bağlantısı da yoktu, kutsal bir yanı da. Her şeye ölçü koyan artık Tanrı değil, insanın zihniydi. O düşündüğü için Tanrı vardı.
Ruh inkar edildi ve kiliseye havale edildi. Seküler insanın seküler toplum inşasında ruhun işi yoktu. İnsan sadece zihin ve bedenden ibaret kabul edildi. Beden de zihinde nefsin tahakkümüne verildi.
Marx, Darwin, Nietzche ve Freud materyalist dönemin mimarlığında öncülük yaptı.
Ve insan Batıda düştü!
Hem de aşağıların aşağısına...
Hayvanlardan bir hayvan olarak kabul edildi. Daha önce yeryüzünün en değerli varlığı ve tabiatın kendisine emanet edildiği insanın yerini yürüyen hayvan, konuşan hayvan, tartışan hayvan, düşünen hayvan, siyasi hayvan aldı.
Artık Batılı insan hayvani güdülerinin yönlendirmesine teslim olmalıydı. Dünyaya bir kere gelinmişti. Ölene kadar hazların tatmini için yaşanmalıydı. Beden artık verili bir emanet değildi.
İnsanı yeryüzünde değerli kılan hiçbir şey yoktu artık. Anlamsız ve mahiyetsiz bir şekilde geldiği dünyada kendisine anlam yükleyecekti. Kendisini ne hissediyorsa o olacak, yeniden yaratacaktı!
Kainat da artık kendisine emanet filan değildi. İstediği gibi tahakküm altına alıp sömürme hakkına sahipti. Ne de olsa Batılı kafa için “İhtiyaçlar sınırsız, yeryüzünün kaynakları da yetersizdi”. Yeryüzünü sömürme hırsının gerekçesi hazırdı. Kozmik dengeyi bozabildiği kadar bozmalıydı.
Batılı kafa, insanı eşrefi mahluk makamından düşürünce ne yeryüzü cennete döndü ne de kaynakların eşit paylaşıldığı bir düzen kurdu.
Düştükçe nefisini tatmin edemeyen Batılı insan, bir Kızılderili’nin ana gibi bacı gibi gördüğü tabiatı sömürmeye, ekini ve nesli katletmeye doymadı.
Batılı insan Freud'un deyimiyle içindeki çocuğun (nefsinin) sesini her zaman dinlemeliydi. Sömürebildiği kadar sömürmeli, bu uğurda katliam yapmaktan, savaş çıkartmaktan, dünyanın dörtte üçünü aç ve muhtaç hale getirmekten geri durmamalıydı.
Paul Sartre "Ben bedenimden ibaretim" diyordu.
Daha önceleri ruhu kuvvetlendirmek için zayıflatılan beden, artık seküler nedenlerle zayıflatılıyordu. Modern zühdün yeni adıydı diyet. Öncesi tanrıya daha iyi kulluk yapabilmek için zayıf bırakılan bedenler, şimdilerde cazip, genç ve güzel görünmek için zayıflatılıyordu.
Modern düzenin rahipleri ise Psikologlardı. İşlenen günahların faturası modern terapilerle ödenecekti. Psikoloğa giden haklıydı, suçlanan taraf, aforozu hak ediyordu. Narsistleşen insan kendiyle, günahlarıyla asla yüzleşmemeliydi. Nefis tezkiye ve terbiye edilmemeliydi. Asla kınanmamalıydı.
Modern insanın diğer tapınakları da kozmetik, giyim kuşam mağazaları ve marketlerdi. Asıl olan bedenin doyurulması, süslenmesi, beğeni alması, bakışlara adanması içindi. Ne de olsa nefsin tahtı korunmalıydı.
Kendini merkeze, nefsini de kendi merkezine alan Batı, tüm insanlığa dayattığı, kültürüyle, sanatıyla, medya aracılığıyla esfele safiline doğru sürüklüyor. Sömürüsünü daim kılıyor.
Yeryüzünün zulümlerden, savaş ve kaoslardan kurtuluşu ancak 'insanlığın düşüşünü' durdurmakla mümkündür. Bu düşüşü durduracak tek güç İslam’dır. İslam insanın doymak bilmeyen nefsini terbiye eder, sınırlar, iradesini güçlendirir.