• DOLAR 34.304
  • EURO 37.374
  • ALTIN 3029.723
  • ...

Sabah, kahvaltı sinisini yere indirip, çocukları sofraya çağırdım. Bir yandan çay bardaklarını doldururken, diğer yandan kafamı kaldırıp haber programına bakınıp duruyordum. Çocuklar enkaz görüntülerini izlerken yine derin düşüncelere dalıp gittiler.  

Ne de olsa yaşanan yüzyılın felaketiydi. Acımız derindi. Ortaktı, büyüktü, kapanması belki de yılları bulacak yaralar açılmıştı.

Travmanın en büyüğünü ise çocuklar yaşamıştı.

İzlediğimiz kanal, Deprem bölgelerindeki enkaz kaldırma çalışmalarını il il gösteriyordu.

Ben dünden kalan bayat ekmekleri sobanın üzerinde ısıtıp çocuklara uzatırken, ekranlardaki tablo böyle bir ortamı kaybetmiş olanların acı ve çaresizliğini yansıtıyordu. Tabi bu durum her yudumla birlikte bir parça acının da boğazımıza takılmasına neden oluyordu.

Ailesiz, evsiz, barksız kalanların, serecek bir sofradan mahrum kalanların acısı...

Haber spikeri yıkılan evlerinin başına gelip de kaldırılan enkazı izleyen, bir fotoğraf dahi olsa geçmişine dair bir hatıra bulmaya çalışan, beklenti içindeki insanların haleti ruhiyesinden bahsetmeye başladı.

Ve "Bu insanlar geçmişleriyle veda etmeye gelmişler" dedi. Bu söz üzerine birden göz pınarlarım doluverdi. Ölümün, ayrılık acısının dehşeti sardı her yanımı. Dünya ne kadar da boştu. Birden toparlanmaya çalıştım. Gözyaşlarımı çocukların önünde sofrada boşaltmamalıydım. Çocuklar günlerdir depremin etkisinden sıyrılamamışlardı. Fakat aynı cümleler tekrar tekrar dökülüverdi spikerin dilinden.

Neyse ki kahvaltı çok uzamadı. Çocuklar da çok bir şey yemeden sofradan çekildiler. Hepimiz paylaştığımız ev işlerinin başına geçtik. Ben de akmasın diye savaşını verdiğim gözyaşlarıma kavuştum. Çağırdım pınarlarımı, yanaklarımın üzerine. Onlar da sel olup coştular yine tüm depremzede anneler ve çocuklar için, yıkılan yuvalar, ailesiz kalan çocuklar için...

 Ne anılar sığdırmışlardı geçmişlerine... Şimdi gelmiş yıkılan evlerine bakıp anılarıyla yüzleşiyorlardı.

 Belki ufak tefek kusurları bahane edip beğenmedikleri, şikayet ettikleri ev ortamının rahatlığı hani neredeydi?

 Neredeydi ailenin diğer üyeleriyle oturulan sofralar, sobanın önünde edilen muhabbetler, çoğu zaman ders çalışma bahanesiyle kaçılan arka odalar...

Herksin kendine ait yatağı, yastığı, çalışma masası...

Hepsi geride kalmıştı.

Birçok insan ya çadırda ya konteynırda ya yurtlarda ya da akrabalarının yanında iç içe yaşamaya başlamış, bundan sonrası ne olacak diye bekliyordu.

Ne de olsa yeryüzünün en büyük felaketi olarak adı tarihe geçecek olan bir kıyameti yaşamıştık.

Yer sarsıldıkça sarsılmış, içindekileri dışarı atmıştı. İnsanlar ne yapacağını bilemeyecek bir halde sağa sola kaçışan pervanelere dönmüştü. Birçok insanın evi, eşyaları kendisinin katili olmuştu. Değer verilen şu geçici dünya hayatında değerli sayılan birçok şey artık çok değersizdi. Tek değerli olan şey insanın nefes alabiliyor olmasıydı artık. Yaşanan artçılarla evini terk edenler, o milyonlar ödedikleri süs ve gösterişe dayalı eşyaları yanına almıyor, sadece canını kurtarmayı düşünüyordu. Ve bundan sonraki hayatına çeki düzen vereceğine dair Rabbine söz veriyordu. Depremi yaşayıp da isyan edeni ben görmedim, duymadım, şahit olmadım.

Bilakis Allah’a karşı mahcubiyet hissiyatıyla dolmuştu insanımız.

Çünkü deprem sadece yeraltı zenginliklerini yüzeye çıkartmadı. Birçok insanın içinde o pasifleşen, zayıflayan imanı da dışarı çıkarttı, kuvvetlendirdi. Depremi yaşayan insanımızın dilinden Allahu Ekber, Lailahe İllah nidaları eksik olmadı. Yüce Allah'ın kudreti karşısında hissedilen acizlik, benliğimizi istiğfara götürdü.

Ve yeniden başladı hayat. Eskisinden çok daha farklı olarak. Ölenler için yeni alemin kapıları açılırken, kalanlar için manevi alemin kapıları açıldı. Toplum olarak yenilenmiş, tazyiklenmiş bir imanla, dünyanın geçici olduğunu özümsemiş olarak yeniden acılarımızdan dirildik. Acılarımız kimimiz için toprak olup tohum halindeki imanın bir türlü açmayan filizlerinin açmasına vesile oldu.

Şimdi Diyanete ve İslami Sivil Toplum Kuruluşlarına daha büyük sorumluluklar düşüyor. İnsanımızda yeşeren iman filizlerini sulamak, emri bil maruf yaparak manevi rehberlik yapmak, depremden alınan ibreti basirete çevirmek...

 Ben bu satırları yazarken bir deprem daha oldu. Tüm halkımıza geçmiş olsun. Rabbim bir daha yaşatmasın.