• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Ne günlere kaldık Rabbim!

Binlerce yıllık İslam diyarlarında halen başörtüsü konuşuluyor, tartışılıyor.

 Ülkenin bir avuç eliti başörtüsünü o necis tırnaklarıyla cırmalamak için fırsat kolluyor.

Allah vermesin, ellerine bir iktidarlık koltuğu geçse; İslam’ı simgeleyen her şeyi kökünden söküp atarlar Allah muhafaza.

Başörtüsünü seçim aparatı olarak kullanmak isterken bile; çıplaklığı kamusal alana hakim kılma, rezaleti özgürleştirme gibi hedeflerine alet etmeye çalışıyorlar. İstanbul Sözleşmesi gibi satır aralarında Bizans oyunu oynuyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan anayasal güvence istediğinde ise geri adım atarak maskelerini düşürdüler.

Cumhuriyetle birlikte başörtüsü laiklerin en büyük derdi haline geldi.

O dönemlerde Kemalist kadro başörtüsünü belli bir çerçevede kalmak şartıyla serbest bıraksa da, adına “taşralıların kıyafeti” katsa da şehirde görünürlüğü istenmeyen, kabul edilmeyen bir giyim biçimi olarak tanımladı.

Modernleşmenin koşulu Avrupai giyim tarzıydı.

Bir kere Batılıların kuyruğu tutulmuştu...

Toplumda dıştan içe, şekilden öze, giyimden kimliğe doğru bir dönüşüm planlanıyordu.

Kamusal alana ise hiç uğramamalıydı dindar kimlik.

Çünkü oralar Kemalist rejim tarafından seküler kodlarla dizayn edilmişti…

Özel alan Batıdaki gibi dinin, ahlakın, duyguların hakim olduğu alan olarak addedildi.

Sanki Fransız ihtilali, reform hareketleri buralarda yaşanmıştı.

Durum taklitçilikten başka bir şey değildi oysaki…

Sadece zihinler satılmıştı, her şey Avrupai olacaktı.  

Kamusal alan ahlaka ve dine yer olmayan bir alan olacaktı o kadar.

Dindarlık sadece vicdana ve ev içine hapsedilmeliydi.

Belki de 'din ve vicdan özgürlüğü' kavramı özel olarak bu amaçla seçilmişti.

Din sadece vicdanda özgür olmalı, hayatın hiçbir alanına yansımamalıydı.

Eğer vicdandaysa laikleri rahatsız etmeyecek boyutlarda, emin ellerdeydi.

Dış görünüşe yansıması onlar açısından korkunçtu, beraberinde sosyal talepleri de getirebilirdi.

Giyim bir dünya görüşünün yansımasıdır. Sizi kim giydiriyorsa yani kime göre giyiniyorsanız onun sizin için belirlediği hayat nizamını da sahiplenmiş oluyorsunuz.  

İç dünyanız dış dünyanızla bir bütünlük arz eder. Kimliğinize kadar yansımalarını gösterir.

Paris merkezli moda sektörleri boşuna mı ortaya çıktı dersiniz.

Her yaşa, her kesime, her topluma kimlik pazarlamak için...

Başörtüsüne gelirsek, o dindar kimliğin dışa yansımasıdır.

Her ne kadar son yıllarda bazı kesimler tarafından dindarlığı temsil etme amacından uzak olsa da, sırf yakıştığı için takılsa da modanın tahakkümüne maruz kalsa da, laik kesim tarafından tüm örtünme biçimleri bayrak misali İslam’ı çağrıştırır.

Çarşafından feracesine, sadece başörtüsünden tam olarak boynu boğazı örtmeyen şalına kadar her türlü örtme şeklinin kökeni dindir.

Zayıf veya güçlü, ucundan ya da kıyısından tüm örtünme biçimleri İslam’a dayanır.

Hem de yürüyen, hareket eden, yaşayan, bir yerden başka bir yere taşınan İslam’dır Örtü.

Tabi çizgilerini koruduğu oranda...

Bir insanın kendi yaşam biçimine, dünya görüşüne, inandığı dine uyumlu bir şekilde giyinme hakkı konu dahi edilmemelidir. İnsanın fıtri, doğal hakkıdır.

Cumhuriyetin dini olan Laiklik, Müslümanlar dışında başka dinlerin mensuplarına bu hakkı sonuna kadar veriyor.

 Sanılmasın bütün dinlere eşit mesafede duruyor.

 Üstelik başörtüsü meselesi insan hakları meselesinden dahi çok daha üstte yer alan bir mesele. Haklar yasal düzenlemelerle alınır, kısıtlanır, engellenir, verilir. Üzerinde değişiklikler yapılabilir.

Fakat başörtüsü Allah'ın emridir. Tartışmasız bir şekilde dini bir vecibedir. Namaz gibidir, oruç gibidir. Bir Müslüman kadın için her şartta ve hâlükârda yapılması zorunludur. Mahremler dışında. Öyle bir zorunluluktur ki, kadınlar özel zamanlarda namaz ve oruçtan muaf tutulurken; başörtüsünden hiçbir zaman muaf tutulmazlar. Tüm bu ibadetlerin terki ya da yapılmasının karşılığını ise ancak Allah takdir eder. Onun için hiçbir merci başörtüsünün nerde takılıp nerde takılmayacağı konusunda bir düzenleme yapamaz. Konu merciler üstü bir konudur.

Binlerce yıllık İslam medeniyetinin yaşandığı bu topraklarda bu konunun sırf laik kesimin saldırılarından, zulümlerinden koruma maksatlı Anayasal güvence alınması meselesi laikler açısından utanç vericidir.

İster hak ve özgürlükler bağlamında değerlendirilsin, isterse dini bir vecibe olması bağlamında değerlendirilsin

Hükümet en kısa zamanda başörtüsünü laik saldırılardan anayasa ile emniyete almalıdır.