• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Her kıyafet, giyenlerine belli bir davranış biçimi yükler. Üretilmeden önce tasarımcıları tarafından ilk etapta kıyafetin hikayesi yazılır. Giyecek olan kişilerin, o kıyafetin içinde nasıl bir duruş sergileyeceği, nasıl yürüyeceği, nasıl poz vereceği, kendisini nasıl hissedeceği, jest ve mimiklerine kadar nasıl bir beden diline sahip olacağı gerek bilboordlardaki resimler, gerek sosyal medyada alış-veriş sitelerindeki görseller aracılığıyla tüm topluma yayılır. Yeni çıkan kıyafetin alıcıları ise kendisine biçilen kaftanı giyer ve rolünü içselleştirir. Artık her bulunduğu yerde fark edilmeye ve izlenmeye hazır hale gelir. Ne de olsa her şey iyi bir izlenen olmak içindir.

Bazı düşünürler hayatı bir tiyatro sahnesine benzetirler. Örneğin Platon’a göre hayatın seyircisi tanrı, oyuncuları ise insanlar. Ona göre rolü veren Tanrı, oyuncuların rollerini iyi oynayıp oynamadıklarını izliyor, ona göre puan ya da ceza veriyor. Batıda modern dönemlere kadar izlenenler ve izleyen arasındaki hiyerarşi hiç değişmiyor. İnsanlar, kendilerini Tanrının beğenisine sunuyor, O'na göre konumlandırıyor. Fakat modernleşmeyle birlikte Tanrı hayatın dışına itiliyor. Artık oyunun kurallarını koyan da oynayan da izleyen de birbirlerine puan verenler de insanlar...

Modernleşmeyle birlikte ortaya bir moda sektörü çıkıyor. Modacılar, tasarladıkları her kıyafetin, ayakkabı, çanta vs. argümanların giyicileri için önce bir senaryo yazıyor. Böylece kadına ayrı, erkeğe ayrı bir kimlik pazarlıyor. Bu sene kadının da erkeğin de duruşu, yürüyüşü, saç modeli, beden dili, imajı nasıl olacaksa onlar belirliyor.

Modayı takip edenler ise verilen komutu yerine getirirken, birbirlerinin hem izleyicileri ve hem de puan vericileri durumunda. İnsanlar giyinirken aynı zamanda modacıların kendilerine yutturduğu herkesten 'farklı, özel, özgür ve itibarlı olmak' hapıyla kendilerine pazarlanan tüm rolleri kabul ediyor.

 Peki hayatlarını moda aracılığıyla bir tiyatro sahnesine çeviren insanlar, özellikle bu akıma en fazla kapılan kadınlar gerçekten özgür oluyor mu? Bu hayata özgürlük diyen ancak kendisini kandırır. Asıl özgürlüklerini dışarıdaki insanlar tarafından görülmedikleri evlerinde rahat giyinerek elde etmiş oluyorlar. Peki ya özgün oluyorlar mı? Tercihleri kendine has değil ki. Kendileri gibi binlerce insana dayatılan modellerin ya sarısı ya yeşili ya mavisi ya kırmızısı...

 İşte moda, insanları böyle bir tahakküm altında sürekli yapmacıklığa zorluyor. Bugün böyle, yarın başka şekilde var olmaya...

Her şey fark edilmek ve başkalarının dünyasında yer almak uğruna...

Bu yapay hayata karşı en büyük direniş İslam'ın tesettürüne sahip olan kadınlardan geliyor. İslam'ın tesettürü dediğimde kimse gocunmasın. Tüm ilkelerini Allah'ın belirlediği tesettür biçimidir İslam'ın tesettürü. Modanın hiçbir katkısının olmadığı, bulaşmadığı, bulaşsa bile ilkesine aykırı gelemeyecek şekilde bulaştığı bir tesettür biçimi. Vücut hattını belli etmeyecek kadar bol, başından ayağındaki ayakkabıya kadar insanlar tarafından fark edilme ve izlenilme amaçları taşımayan tesettür şekli.

Kıyafetin tüm çizgilerini belirleyen de Yüce Yaratıcı, o kıyafetin giyicisine bu hayatta sahipleneceği rolü veren de yine kendisi. Tesettürlü kadın ise insanlara karşı değil, sadece Yaratıcısına karşı konumlandırıyor kendisini. İnsanların seyirlerine mahkum bir hayat yaşamaktansa, her an Rabbi tarafından izlenildiğini bilerek yaşıyor. Hayatını bir tiyatroya dönüştürmeyecek kadar asil bir duruşa sahip, bütün basitliklerden, yapmacıklıktan beri... Su gibi duru... Serin ve selamet... Nasıl görünüyorum kaygılarından beri ve rahat... İşte gerçek özgürlük, gerçek hürriyet!...

Yüce Allah'ın bizzat ilkelerini kendisinin belirlediği tesettürle dünya hayatında kadına verdiği rol, hayalı ve iffetli bir hayat yaşamak, sosyal hayatta vakarlı olmak. Her türlü gösterişten, abartıdan uzak durarak fakirle kendi arasına duvar örmemek, her an emri bir maruf halinde olmak. Kadın-erkek münasebetlerinde ilkeli, sınırlı, mesafeli olmak. Mahrem hayatını dışarıda olsa bile korumak. Giydikleriyle bedenini cazip hale getirmemek, aksine gizlemek, saklamak, deşifre etmemek. Kulluk, annelik, eşlik rolünü tüm toplumsal rollerin üstünde tutmak.

Modanın tesettürü ise Müslüman kadınları tüm bu rollerden uzaklaştırmak, dindar kadın kimliğini eritip yerine yukarıda saydığımız yapay kimlikler kurgulamak için kurulu bir tuzak. Baştaki örtü dindarlığı temsil ederken, bedendeki modanın tesettürü çok daha farklı kimlikler yüklüyor Müslüman kadına. Dindarlık, modanın tasarımı altında ezilirken, pasifleşirken ve hatta flulaşırken Müslüman kadını seküler hayata eklemlenmekten alıkoymuyor...

Böylece kendisini Yüce Yaratıcı karşısında konumlandırması gereken kadın, insanlar karşısında konumlandırmayı daha fazla öne alıyor. Başta örtü olsa da beden şık görünme, zarif görünme, popüler görünme, sportif görünme, saygın görünme, zengin görünme, zayıf görünme üzerine kurgulanıyor.

Gün geçtikçe yozlaşan İslam'ın tesettürünün hali sizce de 28 Şubat zulmü kadar acı, dehşet verici değil mi?