HİCAB
Hicab, kadının hem örtünmesi hem de perde arkasında olması demektir. Yani hicaplanmak sadece bir kadının bedenini baştan ayağa örtmesi değil, yabancı erkeklerle arasına maddi ve manevi perdeler çekmesidir. Maddi perde yabancı erkeklerle aynı ortamı zorunlu haller dışında paylaşmamaktır. Paylaşmak zorunda kaldığında ise tesettürlü olmak, halvette bulunmamaktır. Manevi perdeler ise mahremi olmayanların karşısında, dijital ortamda dahi basit hal ve hareketlerde bulunmamak, sesiyle, söylemleriyle, davranışlarıyla vakarlı olmaktır.
İnsanlık tarihi boyunca hangi inançtan, hangi milletten olursa olsun tüm toplumlarda kadının hicaplanması sosyolojik bir değer ifade etmiştir. Geçmişte kadının hicabı konusunda ifrata kaçan toplumlar olsa da, hicab inkar edilemez bir gerçeklik olarak modernleşme dönemlerine kadar önemini korumuştur. Kadının kaçınması, sosyal mesafesini koruması fıtri olarak erkeğin karşısında kıymetini arttırmış, aile bağlarını güçlendirmiştir. Will Durant'ın da ifade ettiği gibi haya dolu gözler izzetli bir duruşun yansıması olmuş, yüksek bir lütuf ve incelikten haber vermiştir.
Geçmişte kadının hicaplanması konusunda ifrata kaçan toplumlar Batı'da Yunan ve Roma iken, doğuda Hindistan olmuştur. Yunan ve Roma İmparatorluğunda kadınların açık dolaşması ve erkeklerin bulunduğu ortamlarda yer alması kabul görmemiş. Kadınlar daha çok gözlerden uzak bir hayat sürmüşlerdir. O dönemlerde örtüsüzlük ve erkeklerle olan münasebetlerde sınırsızlık sadece ahlaki zafiyet içerisinde olan, iffetsiz kadınlara has görülmüştür. Bunlar da toplumun geneli tarafından kınanmış, hor görülmüş. Zina, fuhuş, cinsel sapkınlık aşağılık işlerden sayıldığından bu işlerle uğraşanlar toplumda yer edememiş, cürümlerini gizlemişlerdir. Yunan ve Roma Medeniyeti bu anlayış üzerine bulunduğu sürece güçlü bir aile yapısı oluşturmuş, kısmen de olsa ahlaksızlığın önüne geçebilmiş, ahlaksız fiillerin aleni bir şekilde işlenmesine engel olmuştur. Ne zaman ki artık kadın-erkek arasındaki perdelerin yıkılmasına, sosyal mesafenin kaldırılmasına karar verilmiş, işte o zaman olan olmuş. Kadın her ortamda güzelliği ile görünür hale gelmiş ve artık tahrik unsuru olmuş. Bu durum ise toplumda aile bağlarını zayıflatmış, zina çoğalmış, cinsel hazlar hayatın merkezine oturmuş. Zincirleme bir şekilde fuhuş normalleşmiş, ırz ve namus emniyeti kalmamış. Cinsel suçlar artmış, cinsel sapkınlıklar kabul görmeye başlamış, hatta toplumun ilk sapkınları kutsanmış ve heykelleri dikilmiş. Bir süre sonra bu iki büyük medeniyette taş üstüne taş kalmamış. Yıkılmış ve bir daha ayağa kalkamamış.
İşte kadınla erkek arasındaki perdeler kalktığında, cinsel dürtüleri harekete geçirici bir ortam oluşur. Ortada ne aile kalır, ne sadakat, ne haya, ne iffet, ne emniyet, ne huzur... Çorabın sökülmesi gibi tüm güzel hasletler birer birer sökülüverir. Aile yok olduğunda ise insan olarak hayat sahnesine inen varlık, hayvan derekesine düşer. Hatta daha aşağısına... Çünkü aklı olan bu varlık, artık kendi kontrolünü cinsel dürtülerinin eline vermiştir ve kendi helakını hazırlamıştır.
Yine Hindistan'da mistik anlayışın etkisiyle hicab sıkı bir şekilde uygulanmış, nefsin terbiye edilmesi, insanların ruhlarının nefsani ve şehevi duygulardan arındırılması inancı ağır bastığından hicaba uzun yıllar sıkı bir şekilde bağlı kalınmış. Yahudilerde, Hristiyanlarda, Mecusilerde aile, namus ve nesil emniyeti de hicab sayesinde korunmuş. İslam öncesi hicab konusunda en esnek toplum Arap toplumları olmuştur. Müslümanlar Medine'ye hicret ettiklerinde Yahudi ve Mecusi kadınların çarşaf giydiklerine, peçe taktıklarına şahit olmuşlar.
Hicretin 5. yılında inen örtü ayetleriyle birlikte hicab, İslam toplumunda ifrat ve tefritten uzak bir şekle kavuştu ve aşama aşama kemale erdi. İçi iman, bilinç, şuurla dolduruldu, takvayla süslendi. Üstelik kadını olması gereken konuma yükseltti, aileyi, toplumun ahlakını ve nesli korumada daha işlevsel bir rol oynadı.
Dinler tarihini inceleyenlerin çok rahat bir şekilde ulaşabilecekleri sonuç, modernleşme sürecine kadar tüm toplumların örtünmeye ve hicaba yönelik hassasiyetleri olacaktır. İşte bu hassasiyet fıtridir. İnsanlık bilinçli veya bilinçsiz, birbirinden haberli veya habersiz aynı şeylere meylediyor ve meylettiği şeyi yüce ahlaki bir fazilet olarak kabul ediyorsa bu meyil fıtri bir meyildir. Modernleşme ve ilericilik iddiasıyla İnsanlık ailesinin fıtri temayüllerini, birikimlerini hiçe sayıp savaşmanın, inkara kalkışmanın insanlığın hayrına olmadığı kesindir. Hele ki eskiyi dikkate almadan yeniyi inşaa etmek köksüz bir fidanı ekip boşuna sulamak gibidir. Halbuki dökülen her damla su çürümesini kolaylaştıracaktır.