CORONA GÜNLERİ VE 6284 MUHAFIZLARI
Corona Virüs nedeniyle herkes evine çekildi. Yuvasının, aile olmanın kıymetini anlayanlarımız çoğaldı. İnsanlar ailece manevi ve kültürel programlar yaparak vakitlerini daha iyi değerlendirmeye çalışıyorlar. Elhamdulillah. Fakat aile olmanın önemini halen anlamayanlar, kafasını iki elinin arasına alıp düşünmeyenler, iç hesaplaşma yapamayanlar da vardır. Fakat genel tablo aile bağları açısından iyi görünüyor. Hızlı bir yaşamın içinde fark edemediğimiz, gözden kaçırdığımız ne kadar da çok şeyin olduğunu fark ettik. Aile kurumunu küçümseyen, aileyi bir şirket ilişkisi gibi topluma lanse etmeye çalışan yayın ve propagandalarla yıpranan ailemiz, yeniden bir toparlanma sürecine girmiş görünüyor. Bu tablo bize musibetlerin aslında insana ne kadar da haddini bildirdiğini, bencil yanlarını terbiye ettiğini gösteriyor. Tabi musibetten ders alana…
Corona öncesi süreçte toplum olarak, dünyanın diğer ucunda olup bitenlerle ilgilenirken, aynı çatı altında yaşadığımız ailemizi ihmal etmenin acı faturasını ödemeye başlamıştık. Aile birliğini yıkmak için kolları sıvayanların eline fırsatı kendi ellerimizle vermiştik. Ailenin tutkalı olan sevgi, saygı, sadakat, fedakarlık, merhamet gibi erdemler, ‘hak, hukuk, özgürlük, eşitlik” gibi kavramlarla kurşuna diziliyordu. Yerine ise “sen önemlisin, kendin için yaşa, kendi kararlarını kendin ver, bu hayat senin, bir daha dünyaya gelmeyeceksin, canının istediği gibi ol” gibi yönlendirmelerle ailenin her ferdini birbirinden koparan, egolarını kabartan, evine karşı yalnızlaştıran bir narsizm aşısı yapılıyordu. Narsistleşen bireylerin oluşturduğu AB Ülkelerinde ne aile kaldı ne dost ne de akraba… 8 buçuk milyon yalnız insanı olan İngiltere’de Yalnızlık Bakanlığı kuruldu. İnsan ilişkilerinin temeline insani değerleri değil de hazzı, menfaati, çıkarı yerleştirdiğinizde, insanın fıtri ihtiyaçlarını yok saydığınızda olacağı budur. Bizleri de o duruma getirmeye çalışanlar kadınları kışkırtırken, bir yandan da erkeklerin ihmalleriyle oluşan açığı kullandılar. Yani yumuşak karnımızdan vurdular.
Toplumumuzda kadına şiddet, kadın cinayetleri ve boşanmalarda bir artış yaşanmaya başladı. İstanbul Sözleşmesinin imzalanmasıyla feminizmin artık bir devlet politikası haline gelmesi, feministlerin toplum üzerinde daha etkin bir propaganda yürütmesine yasal bir hak tanıyordu. 2009’da TBMM’ne bağlı Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından yapılan bir araştırmayla evin kadın için güvenilir bir yer olmadığı raporu yayınlanmıştı. Bu içi yalan yanlış şeylerle doldurulan raporla aslında aileye operasyon çekiliyordu. Yine aynı kurumun yayınladığı “Aile İçi Şiddetle Mücadele’ el kitabıyla erkeğin hemen hemen her davranış şiddet kapsamına alınmıştı. Erkeğin yaptığı her hareket şiddetse, her kadın kendisini şiddet mağduru olarak kabul edecekti. Buna destekler mahiyette medyada yürütülen algı operasyonlarıyla kadınlar kocalarına tedbir kararı aldırmaya zorlanıyordu. Hedef kadın-erkek birliğini bozmak, şiddet ve boşanmaları arttırmaktır. Aile Bakanlığına bağlı bir kurumun böyle bir rapor yayınlaması da bu kurumun kimlerden oluştuğunun ipuçlarını vermeye yetiyor. Yani devletin en üst makamlarından tabana kadar yıkım faaliyetleri organizeli bir şekilde yürüyordu.
Coronayla oluşan korkulu tablo feministlerin çabalarını, emeklerini boşa çıkartmışa benziyor. Onlar kadınları sokağa dökerken bugün kadınlar evlerindeler. Annelik ve ev hanımlığı yapıyorlar. Bu durumdan haz etmeyen TKF başkanı Canan Güllü yargı kararıyla evden uzaklaştırmaların önünün kesildiğine yönelik bir açıklama yaptı. Feministlerin en büyük zaferi bir erkeği evinden atmak, insanların içine çıkamayacak bir duruma düşürmek, rezil etmek olsa gerek. Canan Güllü eğer 6284 sayılı kanunun uygulanmazsa kadınların Coronadan değil, erkek şiddetinden öleceğini söylüyor. Hükümeti Uluslararası yasayla tehdit eden, Cumhurbaşkanından daha güçlü olduğunu iddia eden bu kadın gücünü fonlardan ve her defasında gösterdiği kırmızı kartı da CEDAW ve İstanbul Sözleşmesinden alıyor. Merak ediyorum acaba Ülkemizdeki feministlerin fonları kesilirse ne olur. Bir maskeye muhtaç olacak kadar ekonomik kriz yaşayan AB Ülkeleri Hükümete sopa olarak kullandığı sapkın kuruluşlara ve feminist yapılara para akıtmaya devam edecek mi? Bu aile düşmanı yapıların kısmen de olsa suskunlukları acaba fonlarının tehlikeye girmesi mi?
Hükümet bu fırsatı çok iyi değerlendirmeli, BM dayatması olan CEDAW’ı ve AB dayatması olan İstanbul Sözleşmesini feshetmelidir. Bir haçlı ittifakı olan AB’ye girme sevdasından bir an önce vazgeçmelidir.