Fıtrattan Gelen Bazı Hasletlerimiz
Allah(c.c.)insanoğlunu bazı hasletlerle yaratmıştır. Bu hasletler vasat çizgide ve ihtiyaçlar çerçevesinde olduğu müddetçe güzel ve hayırlıdır. Ama bu hasletlerin dozajı aşılıp ileri gidildiğinde ise ifrat hadisesi meydana gelmekte ve kişi yaptığı ile günaha, harama ve hatta daha da ilerisi maazallah şirke bile düşebilmektedir.
İnsanın fıtratında bir kayıt ve kurala bağlı kalmaksızın yaşama temayülü vardır. İnsan heva ve isteği doğrultusunda yaşamak ister. Yaptığından da kimseye hesab vermek istemez. Ama Allah(c.c.) kişiyi bir irade ile yaratmış ve iradesi ölçüsünde kendisine bir sorumluluk yüklemiştir. Her kişi hayatını Allah(c.c.)`ın koymuş olduğu kurallara göre yürütmekle mükelleftir. Başıboş değildir. Yaptıklarının tümünden de hesaba çekilecektir. Bu bilinçle hareket eden kişi ticareti dahil tüm hayatında belirli kurallara bağlı kalır. Sorumluluğunun bilinci ile hareket eder ve hiçbir kimsenin hakkına tecavüz etmez.
Eğer kişi, Allah (c.c.)`nın koymuş olduğu kurallar çerçevesinde yaşama bilincine sahip değilse, o zaman kişi, benim hürriyetim sınırsızdır anlayışı ile hareket eder. Bu yüzden de başkalarının hürriyetlerini çiğner. Hak ve hukuk tanımaz. Nefsine hoş gelen her şeyi meşru görür. Bu şekilde de toplumu ifsad ve fitneye sürüklerken kendisini de helake götürür.
İnsanoğlunun fıtratında var olan bir başka haslet de dünyaya karşı olan sevgisi ve hırsıdır. “Şüphesiz insan, mal sevgisi konusunda çok hırslıdır” (Adiyat 8) ayeti ve “İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü ister. Ademoğlunun gözünü ancak toprak doyurur” hadisi şerifinden anladığımız şudur ki insan dünya sevgisi ile beraber yaratılmıştır.
Kişinin çoluk çocuğunun nafakasını temin etmek istemesi ve helal dairesinde çalışması son derece doğal ve gereklidir. Ancak aşırı dünya sevgisi ve hırsı ise, kişiyi Sa`lebeleştirir ve kendisini helaka sürükler. Çünkü, dünyaya aşırı sevgi besleyen kişi ahiretini unutur. Tüm hesapları, dünyalığa dönüşür. Bunun da sonu helaktır.
İnsanoğlunun fıtratında var olan başka bir haslet de kıskançlık ve hasettir. Dünya malı ve varlığı konusunda insan en yakınını ve hatta kardeşini bile kıskanır. “Nefisler kıskançlıkla donatılmıştır” (Nisa: 128). Kıskançlık gıbta seviyesinde kalıp hayırda yarışma şeklinde olursa; bu kardeşim malından şu kadar infak ediyor ben daha fazla infak edeceğim, anlayışını doğurursa güzeldir.
Kıskançlık mal kazanımı ve tüketimi konusunda ki hırsa dönüşürse, hasede dönüşür. “De ki sabahın Rabbine sığınırım, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden.” (Felak 1,4) Bu ayetten hesedin ne kadar büyük bir şer olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Hased, kişinin gözünü kör eder. Bir hastalık gibi insanın beynini kemirir. Kişinin kendi malı ile değil başkasının malıyla uğraşmasına sebebiyet vererek hem bu dünyanın hem de öbür dünyanın helakine sebep olur.
Bir başka iki haslet de tamahkarlık ve tuli- emeldir. “İnsanoğlu ile beraber iki huy ihtiyarlar. Birisi tamahkarlık biriside tuli- emel`dir” hadisi ile kişinin tamahkarlık ve uzun yaşama hasleti ile beraber yaratıldığını ve bu hasletlerden tamahkarlık hayır hasenat tamahkarlığı ise güzel, dünya malını toplama hırsı ise çirkindir ve günaha götürür. Diğeri de uzun yaşama isteğidir ki Hz. Adem ve Hz. Hava`nın şeytana kanmasına sebep olmuştur.
En son değinmek istediğimiz bir başka haslet ise insanoğlunun başkalarına üstün olmak ve hakimiyet kurmak istemesidir. Bu hakimiyet duygusu, Allah (c.c)`ın hükümlerini yeryüzüne hakim kılma anlayışı ise güzel; insanları tahakkümüne alıp tağutileşmek ise şirk ve küfürdür. Sonu ise cehennemdir. Bu duygu ve davranıştır ki Firavun`a “Ben sizin yüce Rabbiniz değil miyim” deme cüretini vermiştir.
Fıtratımızda var olan hasletleri yüce İslam`ın kuralları içerisinde yaşama dileği ile Allah`a emanet olun.