• DOLAR 34.366
  • EURO 36.97
  • ALTIN 2979.14
  • ...
SON DAKİKA

Hicretin beşinci yılında, Buhara ve Belh`te halk arasında yaygın bir şekilde kullanılan, caiz olup olmadığı ve fıkıha uygunluğu tam bilinmeyen bu alışveriş, o asrın fukahası arasında ihtilaf ve münakaşa sebebi olmuştur.

a) Fukahâdan bazıları bu akdin şekline bakarak onu bir alış-veriş kabul etmiş. Üzerinde bunun şartlarını aramış, ileri sürülen şart, akdi ifsat eden şartlardan olduğu için bey`i fâsid telakki etmişlerdir.

b) Bazıları bu akdi sahih bir alış-veriş olarak kabul etmiş. İade şartını, bozucu olarak değil, hükümsüz şart telâkki ederek ilga etmişlerdir.  Bu görüş birçok problem getiriyor; çünkü âdete göre burada alınan meblâğ, akarın gerçek değerinden azdır; tıpkı rehin karşılığı alınan borçta olduğu gibi; bu sebeple de satıcı büyük bir zarara maruz kalabiliyor.

c) Bir kısım fukahâ da akdin şekline değil, gayesine bakmış. Alacak karşısında, istifade etmek şartıyla kabul edilen rehin manasında görmüş. Rehin olarak muteber saymış ve faydalanma şartını hükümsüz addetmişlerdir.

Simavna kadısının oğlu Şeyh Bedruddîn Mahmut, Cami`ul-fesûleyn isimli eserinin 18. faslında, İmam Necmuddîn Ömer b. Muhammed en-Nesefî`nin Fetva`sından naklen şunları kaydediyor. “Zamanımızda halkın faize çare bulmak için yaygın olarak kullandıkları ve adına bey`ul-vefâ dedikleri şey gerçekte rehinden ibarettir. Satın alan ona malik olamaz ve asıl sahibinin izni olmadan ondan faydalanamaz. Yediği meyve ve telef ettiği ağaçları öder. Eğer zayi olursa borç da düşer. Bize göre onunla rehinin hiçbir hükmünde fark yoktur. Akdi yapanlar ona satış deseler bile işlem, teamül hâline gelmiş rehindir ve gayesi alacağı sağlama bağlamaktır. Bu böyledir. Çünkü mezkûr akitten sonra satıcı durumunda olan şahıs, herkese “mülkümü filâna rehin verdim” alan da “filânın mülkünü rehin aldım” demektedirler. Tasarruflarda muteber olan mana ve maksatlardır. Şahitler huzurunda mehir konuşulduktan sonra kadının kendisini hibe etmesi nikâhtır; diğerleri de böyledir...”

İmam Nesefi diyor ki: İmam el Maturidi`ye şöyle dedim: “Bu alış-veriş halk arasında çok yayıldı. Sen buna rehindir diye fetva verdin. Ben de aynı görüşteyim. Şimdi yapılacak şey âlimleri toplayıp bunun üzerinde görüş birliğine varmamız ve halka bunu açıklamamızdır. Şu cevabı verdi: “Bugün muteber olan bizim fetvamızdır. Bu da halk arasında yayılmıştır. Kim bizden farklı düşünüyorsa, ortaya çıksın ve delilini söylesin”

Hanefî mezhebi görüşleri birleştiren söz (el-kavlu-l-câmi)” dedikleri rey üzerinde karar kıldı. Buna göre bey`ul-vefa ne sahih satış, ne fâsid satış ve ne de rehindir. Bu üç akitten de farklı hususiyetlere ve mevzua sahip yeni bir akittir. Fakat her üç akde de benzeyen tarafları vardır. Bu sebeple sonradan Hanefî fukahâsı onu bu üç nevi akitten birine katmamış ve üzerinde bir nev`in hükümlerini tatbik etmemiş; bu akdi, her üçünden istifade ederek çıkardıkları hükümlere tâbi kılmışlardır.

Bu mevzuda, Hanefî mezhebine ait eserlerde geniş bilgi vardır. Mecelle-i Ahkâm-i Adliye de aynı görüşü benimsemiştir. Hanefîlerin bu buluşuna karşı duran Şafiiler “rehn-i muad” (iade edilen rehin) “bey`u emanet” Şam`da bey`ut-taa gibi isimlerle bu muameleyi caiz görmüşler ve uygulamaya koymuşlardır.

Selam ve dua ile…