Elimizden Tutacak Yok mu?
Doğu ve Güneydoğu illerinden her sene binlerce insan üç beş kuruş kazanmak için batı illerine doğru yola çıkıyor. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden daha üç aylık çocuğunu da yanına alarak yollara çıkıyor. Urfa-İstanbul güzergâhında transitler sıra sıra diziliyor. Bu minibüslerden her biri bu yolcularla dolu. Bereket versin ki daha evvel kamyon kasalarında yapılan yolculuklar şimdi minibüslerle sağlanıyor.
Yoldaki çilenin yanında, gidilen yerlerdeki zor şartlar, büyük çoğunluğu çadırlarda, ortak kullanılan banyo ve tuvaletlerde, hatta bazen bir banyo veya tuvaletten dahi yoksun geçirilen bu hayat, manevi bir çöküntüye dönüşüyor. Memlekette kazanılan maneviyat burada üç beş kuruşa kurban ediliyor.
Peki, batı illerine gitmeden kendi memleketimizde çalışamaz mıyız? İşbirliği yapıp şirketleşemez miyiz? Gerçekten yok mudur bu topluma öncülük edecek? Kooperatif kurmanın, imece usulü çalışmanın yolunu gösterecek. Halka batıya göç etmeden kendi memleketinde çoluk çocuğunun içinde çalışma imkânı sağlayacak.
Sadece mevsimlik işçiler değildir bu çileyi çeken. Asıl çileyi çekenler memleketlerinden zorla sürülenlerdir. Eline alabildiği birkaç parça eşyası ile çoluk çocuğu ile kilo metrelerce yolu dağ taş demeden aşıp sınır boylarına koşanlardır.
Bir ülkenin üçte birinden fazlası yerinden edildi. Milyonlarca insan evinden, barkından, bağ ve bahçesinden oldu. Bir tas çorbaya, bir kuru ekmeye muhtaç oldu. Canını kurtaranlar sevinçli. Çünkü binlerce insan bombaların altında can verdi. Binlercesi zindanlarda çürüdü. Binlercesi sakat kaldı. Binlerce çocuk yetim, binlerce kadın dul kaldı.
Kapılarını mültecilere açanlar, onları barındıranlar, yardımda bulunanlar ve yardımcı olanların hepsinden Allah razı olsun. Ancak nereye kadar sürecek bu çile, bu ızdırap. Bu göç dalgası ne kadar ve ne zamana kadar sürecek.
Binlerce kişiden oluşan çadır kentler, toplu yaşamın getirdiği sıkıntılar, sağlık sorunları ve eğitimsizlik… Kimileri harabelerde, kimileri de barakalarda zor günler geçiriyor. Çarşı sokaklarda dilenenler…
Savaşa dur demek gerekirken, savaşa hunharca gidenler… Yeni bir savaş başlatanlar… Savaşı durdurmaya hiç niyetleri olmayanlar… Yıkılmış, virane olmuş, yerle bir edilmiş cami, okul ve işyerlerine bir yenilerini ekleme niyetinde olanlar… Sadece çıkar ve menfaat gözetip Allah korkusu olmayanlar…
Bu çileye dur diyecek yok mu?
Tek çare ABD`nin kan kusturacak füzeleri mi?
Savaş biraz daha sürsün, silah tüccarları biraz daha kazansın değil mi?
Kimyasal taşıyan füzeler kimden alındı?
Bu kadar silah nereden geliyor?
Kimyasallarla öldürülen çocuklar, kadın ve yaşlılar mültecileri de unutturdu. Mısır`daki darbeyi de. Kendi memleketimizde her yıl göç eden mevsimlik işçilerin çilesini tamamen unuttuk.
Belleğimiz kapandı. Hafızamız silindi. Her şeyin üzerini kimyasal kapladı. Artık önümüzü göremiyoruz. Elimizden tutacak elin kimin eli olduğunu düşünmeden, bizi nereye götürdüğüne bakmadan bir kurtarıcı bekler hale düştük.
Ama açık ve net bir şekilde bilinsin ki, tuttuğumuz el(ABD) ateş kusar. Kan kusar. Zehir kusar. Kimyasal kusar. Ölümlere binleri ekler. Yıkılmamış bir cami, yıkılmamış bir ev kalmışsa, onu da yıkar. Mülteci sayısını ikiye katlar.
Tutmaya çalıştığımız el selametli bir el değil. Kâfirden dost olmaz. Şeytandan(ABD) hiç mi hiç dost olmaz.
Gelin, taassuplarımızdan vazgeçelim. Gelin, biz bize kafa kafaya verelim de memleketimizin bu dramına bir çare arayalım. Gelin politik ve siyasi çıkarlar yerine ümmetin çıkarlarını düşünelim. Çareyi Mevla`mızda arayalım. Gücümüz tükendiğinde ellerimizi kaldıralım. Hep beraber yalvaralım. Dua edelim. Rükûlarda, secdelerde ağlayalım. Ama bu memleketin kurtuluşunu asla şeytanın elini tutmakta aramayalım.