Sû-i Zan
Hz. Peygamber (s.a.s.) Mescid-i Nebevî’de itikâf halindeyken hanımı Safiyye (r.anhâ) O’nu ziyarete gelir. Ziyaret sonrası, Safiyye (r.anhâ) mescitten çıkıp giderken Peygamberimiz (s.a.s.) ayağa kalkar ve mescidin dışına kadar hanımına eşlik eder. Bu arada iki sahâbî hızla oradan gelip geçerler. Onlardan birisi Üseyd b. Hudayr, diğeri de Abbad b. Bişr'dir. Peygamberimiz (s.a.s.), onlara: “Olduğunuz yerde kalın” diye emreder. Sonra da: “Bakın! Bu hanımım Safiyye'dir” der. Her iki sahâbî: “Estağfirullâh! Ey Allah’ın Resûlü! Senin hakkında da sû-i zan mı besleyeceğiz?” derler. Allah’ın Resûlü (s.a.s.): “Şeytân, insanların damarlarında kanının dolaştığı gibi dolaşır” buyurur. (Buhârî, İtikâf, 11; Müslim, Selâm, 23-25.)
Şeytân, insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır ve insana sû-i zan gibi kötü vesveseler verir. Hz. Peygamber (s.a.s.), yanındaki tesettürlü, karanlıkta dışarıdan bakıldığında kim olduğu anlaşılıp tanınmayacak olan bayanın hanımı Safiyye (r.anhâ) olduğunu açıklayarak, meydana gelmesi muhtemel olan bir kötü zan ve dedikodunun önüne geçmiş oluyor.
Kimi zaman insanlar bir meselenin kendi taraflarından görünen kısmına bakarak mesele hakkında fikir yürütürler. Meselenin görünmeyen tarafını da araştırma zahmetinde bulunmazlar. Böyle olunca olayın aslı ile bir ilgisi olmayan ve bazen kapatılması da mümkün olmayan kul hakkına da girmiş olurlar. Bu durum ile ilgili şöyle bir hikâye anlatılır:
Bir şehrin merkez camisinde görev yapan bir âlim helâya girip çıkar. Abdest almadan camiye geçer ve caminin kalabalık olan cemaatine namaz kıldırır. Helâdan çıkıp abdest almadan namaz kıldırdığını gören, biraz da okumuş biri, âlime de durumu sormadan, âlimin abdestsiz namaz kıldırdığını etrafta yaymaya başlar. Derken bu mesele tüm şehre yayılır ve âlimin arkasında insanlar artık namaz kılmaz olur. Âlim mecburiyetten evini o şehirden taşıyıp başka bir beldeye göç eder.
Günün birinde dedikoduyu yayan kişi kendisine bir iğne vurdurur. Namaz için camiye yaklaştığında iğne yerinden kan akıp akmadığını kontrol etme ihtiyacı hisseder ve helâya girer. Elbisesini açıp iğne yerine bakar. Kanın akmamış olduğunu görünce helâdan dışarı çıkıp abdest almadan namaz için camiye yönelir. Bu esnada kafasına bir balyoz çarpmış gibi âlim aklına gelir ve kendi kendine: “Vallâhi olsa olsa âlimin de durumu da böyle bir şeydi” der.
Âlimden helallik dileme peşine düşer fakat göç ettiği yerden başka bir yere göç ettiğini orada da vefat ettiği haberini alır. Âlimden helallik dilemek için artık iş işten geçmiş olur.
Âlim, Allah’ın Resûlü’nün (s.a.s.) sünnetine uyarak, helâdan çıktığında görenlere durumunu açıklamış olsa veya insanlar su-i zanda bulunabilir düşüncesiyle her ihtimale karşı abdest almış olsaydı. Meydana gelen kötü zan, hakkında atılan iftira ve dedikodudan kurtulmuş olurdu. Onu gören kişi de bu meseleyi etrafa yaymadan âlime sormuş olsaydı böyle bir vebâl altına girmiş olmazdı.
Zannın çoğu günahtır ve bundan sakınmak müminin üzerine bir vazifedir. Bir olayın iç yüzünü öğrenmeden olay hakkında fikir yürütüp yorum yapmak ve olayı aktarmak kişiyi vebal altına sokacağı gibi dışarıdan bakıldığında kötü zanlara sebebiyet verecek durumlardan da sakınmak gerekir diyor ve sizi Allah’a emanet ediyorum.