Fıtır Sadakası ve Zekât
Ramazan ayı, rahmet, bereket, mağfiret ve Kur’an ayı olmakla beraber aynı zamanda fakir, yoksul ve darda olanların sevindirildiği fitre ve zekât ayıdır.
Yaşına bakılmaksızın her Müslüman’ın başının sadakası olarak fıtır sadakası çıkarılır. Çıkarılan bu sadakanın her türlü kaza, bela, musibet ve hastalığa karşı bir kalkan olması, yapılmış olan küçük günah ve hatalara kefaret olması umulur.
Bütün ibadetlerde olduğu gibi fitrede ferdî ve içtimaî; maddî ve manevi hikmetler vardır. Bu konuda İbn Abbas şöyle der: “Resûlullâh (salallâhu aleyhi ve sellem) fitreyi, oruç tutanı anlamsız ve çirkin davranışlardan temizlesin, fakirlere de yiyecek bir lokma olsun diye farz kılmıştır.” (Müsned, V, 432). Bazı âlimler, bu sözdeki anlamın ilhamıyla fitreyi namazın eksiklerini telâfi eden sehiv secdesine benzetmişlerdir. Fıtır sadakası vesilesiyle sevinç ve neşe mahiyeti taşıyan bayramı toplumdaki her ferd yaşamış olur. Muhtaç kimselerin kısmen de olsa ihtiyaçları giderilerek sosyal bir dayanışma örneği verilmiş olur.
Ramazan ayı, fıtır sadakası ile birlikte, aynı zamanda zekâtların çıkarıldığı bir aydır. Zenginlik ölçüsüne ulaşmış Müslüman, bu yolla hem kendini hem de malını arındırmış ve temizlemiş olur. Allah (c.c.) bu konuda: “Onların mallarından zekât al ki onları temizleyesin ve arındırasın…” (Tevbe, 9/103) buyurmaktadır. Başka bir âyeti kerimede “…Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime iman eder ve onları destekler, bir de Allah için karz-ı hasende bulunursanız andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi mutlaka altından ırmaklar akan cennetlere koyarım…” (Mâide, 5/12) buyurmaktadır. Bir başka âyeti kerîmede ise “…Rahmetim her şeyi kaplamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım” (A’râf, 7/156) buyurmaktadır. Zekâtın farz kılınmasında ve verilmesinde birçok hikmet vardır.
Zekât, zengin ve fakir arasında bir köprü vazifesi görerek bir sosyal dayanışmaya vesile olur. Birilerinin sürekli zenginleşip, diğer birilerinin sürekli fakir kalmasına engel olur.
Zekât, müminin imanındaki samimiyet ve fedekârlığın bir işaretidir. Çünkü malını bir bir sayarak, çıkarılması gereken zekât miktarını çıkarmak ancak mümin insanın yapacağı bir şeydir. İman ehli olmayan veya cimriliğin kendisini çepeçevre kuşattığı insan bunu yapamaz. Mümin zekâtını vererek Allah’a olan teslimiyetini ispat eder. Dininin bir esasını ikame eder ki bu esas Kur’an’da sürekli namazdan sonra zikredilmiştir.
Zekât veren kimse Allah’ın kendisine bahşettiği malından infakta bulunarak kulluk şuuruna kavuşur. Başa kakmadan ve gönül incitmeden ifa edeceği bu ibadet sayesinde kişi içindeki mal sevgisini ve dünya hırsını dizginler. Böylelikle zekât, kişideki cimrilik hastalığını da ortadan kaldırır.
İnsan mala karşı hırslı yaratılmıştır. Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem) “Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhârî, Rikâk, 10) buyurmuştur. Ancak kişi zekât vermek suretiyle malın, mülkün ve servetin gerçek sahibinin Allah olduğu inancını ispatlamış olur. Bu şekilde ideal kulluk bilincine ulaşıp, hırstan, gururdan, bencillik ve kibirden uzaklaşmış olur.
Zekât veren kimse diğer insanlara karşı şefkatli ve merhametli olur. Kalbinin katılığından şikâyet eden bir sahabeye Hz. Peygamber (salallâhu aleyhi ve sellem), “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri yedir, yetimin başını okşa!” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 7/472) şeklinde cevap vermiştir.
Mevla’m fıtır sadakasını ve zekâtını hakkıyla veren kullarından eylesin inşallah.