• DOLAR 34.37
  • EURO 37.073
  • ALTIN 2969.731
  • ...
Kimi kişilerin tüm hesapları menfaat üzerinedir. Menfaatine dokunulmadığı müddetçe dostturlar. İsteyerek veya istemeyerek en ufak bir menfaati zedelenirse daha önce samimi olduğu, kardeşim diye bağrına bastığı kişilere düşman kesilir, hakaretler savurur, onları yerden yere vururlar. Bazen bunu o kadar ileri götürürler ki ellerindeki tüm imkân ve kozları menfaatlerine dokunan kişilerin aleyhinde kullanırlar. Düşmanlıkta ileri giderler. Aradaki tüm bağları koparırlar. 
 
Böyle kişiler İslam kardeşliğini dünyevi menfaatlerine kurban ederler. Yaptıkları ile ne kadar dost olduklarını aslında ispat etmiş olurlar. Bu halleriyle bana belinizi bağlamayın, en kısa zamanda, en ufak bir problem veya sıkıntıda size düşman olabilirim mesajını verirler. İmanlarının ne kadar sağlam olduğunu da bu şekilde ortaya koymuş olurlar. 
 
Hâlbuki insanın ufak menfaatleri için kardeşlerine düşman kesilmesi ne kadar doğrudur? 
 
Bir Müslüman`ın düşmanlığında ileri gitmesinin İslam`daki yeri nedir?  Bu durum, insanın imanının kuvvet veya zayıflığına bağlı bir haldir. İmanı kuvvetli olan ve yaptıklarında ihlâslı olan kişiler, basit çıkar peşinde koşmazlar. Ayı bir ellerine güneşi diğer ellerine verseniz kardeşlerine en ufak bir laf söyletmezler. 
 
Her nimetin sahibinin Allah olduğunu,  her şeyin ondan gelmiş ve yine ona döneceğini, yalnızca O`nun rızası için çalışılması gerektiğini, sadece O`ndan istemek ve sadece O`ndan korkmak gerektiğini, basit ve küçük bazı hesaplar peşinde koşmanın doğru olmayacağını bilirler.   Allah`ı ve ahireti kavramış olan bir insan, elbette basit çıkar hesaplarına itibar etmez. Kur`an`ın fedakârlık emri gereği kendi bencil hırslarını tatmin etmek için uğraşmaz. Buna karşın Allah`ı ve ahireti kavrayamamış bir insanın basit ve ufak menfaatler peşinde koşması doğaldır. Son derece küçük bir dünya ve dar bir kafa yapısına sahip olacağı için sürekli olarak “sahtekâr tüccar” tavrı ortaya koyacaktır.  Kur`an, müminlerin üstlendikleri iman görevinden hiçbir çıkar ummamaları gerektiğini sık sık hatırlatır. Tüm peygamberlerin kıssalarında peygamberlerin üstlendikleri tebliğ ve cihad görevinden dolayı hiçbir “ücret veya çıkar”  aramadıkları  haber  verilir.  Aynı şekilde Müminlerin de yaptıkları bir hizmet  karşılığında makam ve mevki beklentisinde olmaları, çıkar peşinde olmaları yakışık değildir. 
Burada çok önemli bir nokta vardır: İnsan dine yaklaşırken, “bu yapının/cemaatin içinde nasıl bir çıkar elde ederim?” gibi sapkın bir mantıkla değil, “nasıl Allah`a hakkıyla ibadet/kulluk edebilirim, O`na itaat edip rızasını kazanabilirim?” mantığıyla düşünmeli ve hareket etmelidir. Aksi bir tavır, samimiyetsizliğin işaretidir.  Müminin hedefi, Allah`ın rızası, rahmeti ve cennetidir. Bunun dışında küçük dünyevî çıkarlar aramaz. Bu nedenle Allah müminleri tarif ederken “Gerçekten biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlâs sahipleri kıldık” (Sâd: 46) diye buyurmaktadır. Gerçekten de ihlâs, mümini mümin yapan en önemli özelliktir.  “De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler sizlere Allah`tan, O`nun Resulü`nden ve O`nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (Tevbe: 24) 
 
Bazı Müslümanların bu konuda yaptıkları yanlış hareketler, Cuma suresinde şöyle bir ikaza muhatap olur: “Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah`ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Zira Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma: 11)  
 
Basit çıkar gözetmek, kişiyi değersizleştirir. Mertebesini aşağılara çeker. Bu konuda muhterem Seydamız  Molla Mizgin şöyle der: “Mizgin lıte tu zeri, tu xo nege teneke” (Müjde sana sen altınsın, kendini tenekeye çevirme). Allah seydamızdan razı olsun. 
 
Selam ve dua ile…