Huşu
Huşu, sözlükte, sakin durmak, tevazu göstermek, boyun eğmek; terim olarak Allah’ın huzurunda tevazu ve teslimiyet içerisinde olmak, kalben ve bedenen O'na hürmet ve itaat ederek boyun eğmek gibi manalara gelir.
Huşu, insanın Allah’a imanını ve O’na eşsiz bağlılığını, yalnızca kalp ile değil aynı zamanda saygı, edep ve vakar ile ortaya koymasıdır. Ayetlerde huşu, tevazu, saygı duyma, boyun eğme, çaresizlik, seslerin kısılması ve gözlerin yere eğilmesi gibi anlamlarda kullanılmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s.), başta namaz olmak üzere bütün ibadetlerinde huşu ile hareket ediyordu. O, kulluk bilinciyle, sırf “şükreden bir kul olabilmek için” Rabbinin huzurunda duruyor, özenle kıldığı namazlarında uzun uzun kıyamda, rükûda ve secdede bulunuyor, Rabbine dua ediyordu. Rükuda: “Yalnız sana teslim oldum, kulağım, gözüm, iliklerim, kemiklerim ve sinirlerim yalnız sana karşı huşu hâlindedir” diyordu.
Huşunun belirginleşmesi gereken en birinci ibadet namazdır. Mümin namazında huşu içerisindedir. Kur’an-ı Kerîm, Allah'a teslimiyete odaklanmış bir ruh hâliyle, huşu içerisinde namazlarına devam edenleri müjdeler, onların kurtuluşa eren gerçek müminler olduğunu belirtir. Fakat namazı başından sonuna kadar tam bir huşu içinde kılmak kolay değildir. Zira Müslüman, Allah'a en yakın olduğu bu zaman diliminde, kul olma bilincine ermişken, ezelî düşmanı şeytan boş durmayacak, çeşitli vesveselerle onun huşu hâlini bozmaya çalışacaktır.
Namazda şeytanın vesveselerini tamamen engellemek mümkün olmamakla birlikte etkisini asgarî düzeye indirmek mümkündür. Bunun için namaz kılacak kişinin bedensel, ruhsal ve zihinsel açıdan ibadete hazır olması gerekir. Örneğin cemaate yetişeyim diye koşturan ve nefes nefese kalarak namaza duran kişinin huşu ile namaza başlayacağı düşünülemez. Bu sebeple, Allah Resûlü ashâbına, ezan okunduğunda, namaza sakince ve vakar içerisinde gitmelerini, acele etmemelerini tavsiye etmiştir.
Huşu, sadece namazda ulaşılan bir hâl değildir. Ramazan ayında özellikle sahur ve iftar saatleri, kutsal toprakları ziyaret edenler için özellikle tavaf ve vakfe anları, huşunun en derinden hissedildiği zaman dilimleridir. Huşu, Müslüman'ın duasında, tesbihatında, tefekkür ve tezekküründe, tevbe ve istiğfarında, kısacası Rabbi ile her buluşmasında koruması gereken en değerli hallerdendir.
Huşunun mekânı kalptir, huşu kalpte filizlendikten sonra bütün bedene yansır ve insanın konuşmasını, yemesini, içmesini, yürüyüşünü, giyinişini, ibadetini, kısacası bütün hal ve tavırlarını etkiler. Ancak bazen huşuyu andıran duruşların sadece görüntüden ibaret olabileceği de unutulmamalıdır. Zaman zaman insanlar, mütevazı görünerek başkalarının gözünde değer kazanmayı, ibadet esnasında huşu içinde bir görüntü sergileyerek hayranlık uyandırmayı isteyebilir.
Hz. Ömer (r.a.) boynunu eğmiş bir adam gördüğünde: “Ey adam, kaldır kafanı! Huşu boyunda değil, kalptedir” diyerek onu sert bir şekilde uyarmıştır.
Gerçekten Allah karşısında ürpermediği hâlde halkın gözünde zâhid görünebilmek için huşu örtüsüne bürünmek özellikle ibadetler söz konusu olduğunda son derece tehlikelidir. Meselâ, namazı, sadece insanların gördükleri zamanlarda güzel bir şekilde kılmak, Peygamber Efendimizin ifadesiyle “gizli şirk”tir.
Allah’a hakkıyla ibadet eden kul, hem insanların gözü önünde hem de gözlerden uzak mekânlarda namazını huşu içinde kılan kişidir. Gösteriş için oruç tutmak ve bağışta bulunmak da aynı şekilde kınanmıştır. Bu sebeple sahâbeler kalplerinin gösteriş arzusuna kapılması sonucu huşularını yitirmekten, nihayetinde amellerinin boşa gitmesinden son derece korkmuşlardır. Abdullah b. Mes’ûd:
“Kim Allah için huşusundan dolayı tevazu gösterirse, Allah onu kıyamet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı böbürlenirse Allah onu kıyamet gününde alçaltır” demiştir.
Allah, her daim kendisi için huşu içerisinde olanlardan eylesin.