Hayâ duygusu
Sokaklarımıza, çarşılarımıza, parklarımıza ve okullarımızın önlerine baktığımızda hayâ ortadan kalktı mı diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. “Utanmıyorsan dilediğini yap” tabiri belki de tam içinde bulunduğumuz hali gösteriyor. Çünkü gençler, hiç kimseden utanmıyormuşçasına dilediğini yapıyor. Allah’tan utanmadıkları gibi kuldan da utanmıyorlar sanki. Elbet bu, hayânın olmamasından, dolaysıyla imanın yokluğundan veya zayıflığından kaynaklanıyor. Peki, hayâ nedir?
Hayâ, nefsin çirkin hareketlerden rahatsız olup onlardan vazgeçmesi, uzak durması ve kaçınmasıdır. Kötü bir davranış sebebiyle yüzün kızarmasıdır. Kişinin kötü ve çirkin işi kendine layık görmeme ve hayırlı işlere yönelmesidir. Allah’a duyulan, saygı ve sevgi sebebiyle kötü işlerin işlenmesinden ve dolayısıyla Allah’ın azabını hak etmekten sakınılmasıdır. Bu da takva elbisesine bürünmektir ki en hayırlı elbise takva elbisesidir. Takva elbisesi, iman, salih amel, Allah korkusu olarak yorumlanmıştır. Aslı ise kişinin hayâ sahibi olmasıdır. Allah’tan, insanlardan ve kişinin kendi zatından hayâ etmesidir.
Hayâ sahibi olmak, peygamberlerin sünnetine tabi olmaktır. Hassaten Hz. Peygamberin (s.a.s.) ahlak, edep ve hayâsına sahip olmaktır. Onun ahlak, edep ve hayâsı, evinde hayâ ve edebiyle oturan genç bir kızınkinden daha fazla idi.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) iki kızı ile evlendiğinden dolayı zinnureyn lakabına sahip olan Hz. Osman (r.a.) hayânın doruğundaydı. Melekler bile ondan hayâ ederdi. İçeri girdiğinde Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer’in (r.a.) önünde ayağa kalkmazken Hz. Osman’ın (r.a.) hayâsından ve edebinden dolayı önünde ayağa kalkardı. Sebebi sorulduğunda, “meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz” derdi.
“Her dinin bir ahlakı vardır, İslam dininin ahlakı da hayâdır” hadisi Müslümanların en belirleyici vasıflarından birinin hayâ duygusu olması gerektiğini ortaya koyuyor. Hayâ duygusu, insanı öncelikli olarak rabbinin emirlerine karşı gelmekten alıkoyar. Her daim Rabbinin yanında olduğunu, hayâ edilecekse öncelikli olarak ondan hayâ edilmesi gerektiği bilinciyle hareket etmesini sağlar. Hayâ duygusu olmayan kişi ise rabbini unutur. Rabbini unutunca, rabbi ona nefsini unutturur. Nefsini unutunca da dilediğini yapar. Hiç kimsenin kendisini görmediği duygusuyla hareket edip tamamen nefsinin, heva ve hevesinin esiri olur. Ayıplanmaktan, kınanmaktan korkmaz ve çekinmez. Gizlide yapılmaktan çekinilen işi açıktan yapar.
Mâverdi, iyilik alametlerini ar ve hayâ, kötülüğün alametlerini ise arsızlık ve hayâsızlık olarak tarif eder ve “hayâdan mahrum olmuş insanı artık kötülükten alıkoyacak, haramdan uzaklaştıracak bir engel kalmaz; bu kişi dilediğini yapar ve istediği gibi yaşar” der.
Hayâsızlığın en büyük sebebi kadın, erkek, genç yaşlı demeden neredeyse herkesin sanal âlemlerde gezinmesidir. Yanında kimseyi görmeyince kimsenin kendisini görmediği zannına kapılarak dilediğini yazması, dilediğini paylaşması, dilediği sitede gezinmesidir. Yazdıklarının, paylaştıklarının ve gezindiklerinin kayıt altına alındığını unutmasıdır. Hâlbuki Allah (c.c.) Mücadele süresi 7. ayeti kerimede: “Farkında değil misin, Allah göklerde olanı da yerde olanı bilmektedir! Gizli gizli konuşan üç kişi yoktur ki dördüncüleri O olmasın; beş kişi yoktur ki altıncıları O olmasın. Bundan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka Allah onların yanındadır; nihayet kıyamet günü onlara yapıp ettiklerini bildirecektir. Çünkü Allah her şeyi bilmektedir” buyurmaktadır. Bu bilince sahip olan kişi, hayâ ve edep dışı hal ve hareketlerde bulunmaz Rabbinden korkar ve çekinir. Mevlam bizleri bu bilince sahip kılsın diyor ve sizi Allah’a emanet ediyorum.