1923’ten Günümüze…
Geçen 23 Nisan Özel Oturumunda HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun TBMM’de yaptığı konuşmada, “104 yıldır tekbirlerle, tehlillerle, dua ve kurbanlarla açılan Meclis’in tablosuna ve sonrasından bugün yaşanılan değişime ve özünden kopuşa” işaret etti. Bu konuşmayı dinleyen herkes gibi ben de tarihsel geçmişi bir kez daha gözden geçirdim ve değişimi daha net görebildim.
Bilindiği gibi Meclis 1923’te çok büyük hayallerle açılmıştı. Ancak halkın beklentisinin çok dışında bir evirilmeyi görebiliyoruz. Hatta 1923 Meclisi’nin toplanmasında bile bu halkın değerlerine muhalif bir oylama yapılmıştı. O günkü toplantıda muhalif olan birçok milletvekili Meclis’e çağrılmamıştı. Yani o gün 289 milletvekili varken sadece Meclis’e 158 milletvekili çağrılmıştı. Diğerlerine haber verilmemişti bile. Baskın bir seçim yapıldı. Bırakın mevcut vekillerden 2/3 çoğunluğunun, yarıdan fazlasının o gün Meclis’e gelmeleri engellenmişti. Ve normal şartlarda bir ülkenin rejimini değiştirirken “Resmi Gazetede” yayınlanmadan birkaç saatte Cumhurbaşkanını da seçmişlerdi. 1927’ye gelince, yani dört yıl sonra Mustafa Kemal bütün milletvekillerini kendisi seçerek tüm muhalifleri devre dışı bıraktı. Artık hiçbir engel kalmamış ve tüm milletvekilleri tek kişi tarafından belirleniyordu. O milletvekilleri de Cumhurbaşkanını belirliyordu.
Mesela o dönemde Yahya Kemal Urfa’dan milletvekili seçiliyor. Yahya Kemal’in Urfa’yla ne ilgisi olabilirdi? Hayatında Urfa’ya gitmeyen bir adamı ne diye oradan milletvekili seçiyorsun? Buna benzer onlarca atama yapılmıştı aslında. Artık özden dönüşün önünde hiçbir şey kalmamıştı. Direnecek halka karşı çok farklı yöntemlerle kendi özlerinden uzaklaştırma çalışmaları başlamıştı. Yani tekbirlerle açılan Meclis dahi sadece göstermelikti ve sadece halkın gözünü boyamaya yönelikti. 1923’te başlayan ve temelleri atılan kopuş 1938 yılında zirve yapmıştı.
1946’ya kadar kendi özümüzden dönüş için karanlık bir dönem yaşandı. 1946 yılında ilk defa çok partili bir seçim yapıldı ama hileli ve kendi dayatmalarını sürdürmeye yönelik bir kadroyla seçimi kazandılar. Aslında o günlerde hiçbir şekilde Kürtçülük-Türkçülük tartışmaları yokken söz konusu zihniyet ilk savaşı Arap harfleriyle, daha sonra da Osmanlı diline karşı başlattılar. Osmanlıcayı bilmemeyi iftihar vesilesi gören bir nesil yetiştirdiler. Daha sonrasında bu ülkenin kadim milleti olan Kürtlerin diline karşı savaş açtılar. Tüm dünyada bir lisan bilmek, kendi dillerini muhafaza etmek ve bu konuda taş üstüne taş koymak medeniyet sayılırken bizim memlekette bunu unutturmak, yıkmak, bir alfabeyi yok etmeyi medeniyet gösterdiler. Hâlbuki bunun tüm dünyada karşılığı cahilliktir, özünden kopuştur.
Evet, tüm medeniyetler kendi içerisindeki renkleri, dilleri canlı tutmak, onları muhafaza etmek ve geliştirmek üzerine kurulurken, bizim memlekette bunun tersi yapıldı. Tüm memleketlerde kendi inançlarına sahip çıkılırken, bizim memlekette kendi dinine karşı savaştılar. Yani dinimize, dilimize, tarihimize, kültürümüze karşı bir barbarlık yapıldı. Daha da garibi bu barbarlığı bize ilericilik ve medeniyet olarak yutturdular. Allah aşkına dünyada hangi ülke kendi dinini, inancını yok etmek için mücadele etmiş? Hangi ülke kendi alfabesini değiştirdi? Ve hangi ülke kendi içindeki kadim dilleri yok sayabildi? ... Sözün özü; 1923’ten günümüze baktığımızda, özden kopuş bu kadim millete büyük bedeller ödettirmiştir. Bu yanlıştan dönmenin zeminini yakalamak, dinimiz ve dilimiz için taş üstüne taş koyacak her siyasi parti ve aktörü güçlendirmek, memleket sevdalısı her bireyin görevidir.