• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Avrupa halklarının Kilise’den uzaklaşmasının nedeni ne olabilir? Ya da Avrupa halklarının Hristiyanlıktan tamamıyla koptuğu bir süreç gibi Müslümanların da İslam’dan uzaklaşma tehlikesi var mıdır? Sosyolojik olarak bunun alt yapısını irdelemek istedim. Herhalde bu sorunun cevabı; Avrupa halklarının kiliseden uzaklaşma sürecine bakmakla alınabilir.  

Elbette ki birçok nedenden söz edilebilir ancak vurgulamak istediğim nokta; Kilisenin halk üzerinde kurmak istediği vesayettir. Özellikle 19. yüzyılda Kilisenin dini temsilcileri bir yandan dini telkinlerde bulunurken diğer taraftan onların paralarıyla büyük bir servete kavuşmuşlardı. Para akışını öyle bir noktaya taşımışlardı ki “cennet tapularını” para karşılığında halka satmaya kadar götürdüler. Kilise ekonomik anlamda devlet bütçesiyle denk hale gelmişti. Hatta Haçlı seferleri başladığında, haçlı ordularını teçhizatlandıran devlet kadar Kilise de onları techizatlandırmıştı. 

                Bu durum Kiliseye maddi güç kazandırmıştı ama halkın güvenini kaybetmişti. Kendisinin inanç üzerinden sömürüldüğünü düşünen halk, zaman içerisinde Hristiyanlıktan ve onun temsilcisi olan Kilise’den tamamıyla kopuş yaşıyordu. Bu süreçte Protestanlara liderlik yapan Martin Luther bu vesayete karşı çıkmış ve halktan büyük bir destek almasına rağmen bu algıyı tamamıyla kıramamıştı.  Zaman içerisinde de zedelenen güvenle Kiliseden uzaklaşma devam etmiş ve günümüzde tamamıyla bitmeye yüz tutmuştur. Bugün itibariyle Avrupa’da Hristiyanlık sosyal yaşantının tamamında bitmiştir.

Peki, Hristiyanlıkta yaşanan söz konusu durum Müslüman toplum için de tehlike barındırmıyor mu? Hristiyanlıkta yaşanan sürecin Müslüman toplumda yaşanmaması adına temsiliyet konumunda olan dini kurum veya kişiler halktan nemalanma yerine, onlara maddi manevi fayda sağlamalıdır. İslam konusunda temsiliyeti olan kişi, cemaat ve devlet kurumları bu konuda çok daha sorumluluk altındadır. Bu durum sadece bir ülke için değil tüm Müslüman ülkeler için geçerlidir. Ancak somutlaştırma bakımından meseleye bakarsak, mevcut hükümeti örnek verebiliriz:

 AK Parti sağ profili temsil ederek sahaya çıktı. İslami bir argümanla yola devam etti. Bu argüman ona müthiş bir destek sağladı. Ve Türkiye tarihinde hiçbir siyasi partiye nasip olamayan bir iktidarda kalma kredisi sağladı. Fakat gelinen noktada ve yaşanan birçok sıkıntının iktidara mal olmaktan ziyade İslam’a mal olma gibi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu konuda yeni nesil çok daha öfkeli görünebiliyor. Hükümeti temsil eden kişilerin yapmış oldukları yanlışlar sadece partilerine değil İslam’dan uzaklaşmaya da yol açabiliyor. Bu durum cemaatler ve İslam’ı temsil eden her kişi ve kurum için de geçerlidir.

                Sonuç olarak; Hristiyanlığı temsil eden dindar kişilerin halkı sürüklediği tehlike Müslümanlar içinde sıfır ihtimal değildir. Hristiyanlığı temsil eden kilise yetkililerinin düştüğü yanlıştan ders almak her Müslümanın görevidir. Özelde temsiliyet noktasında olan her kişi ve kurumun bu hassasiyetle halkla samimi ve dürüst ilişkileri olmalıdır. Zira bu hassas dengenin kaybedilmesi demek Avrupa halklarının düştüğü duruma davetiyedir. Bu hassas dengede küçükten büyüğe herkes kendi konumuna göre bundan mesuldür.