Lütfen! Nefes alamıyorum!
Dünya kamuoyuna damga vuran bir söz ve bir görüntüye şahit olduk. İzleyenlerin hafızasına kazınan bu söz ve görüntü ABD’yi tam bir kaosa sürüklemiş durumda. Olayı tekrar hafızamızda canlandırdığımızda; tarihler 25 Mayıs Pazartesi günüydü. Şüphe üzere gözaltına alınmak istenirken polisin şiddet uygulamasıyla öldürülen siyahi George Floyd vakası… Polis, kolları kelepçeli halde yere yatırarak ensesine diziyle bastırıp sıkıştırırken Floyd’un sürekli; “Lütfen, nefes alamıyorum, lütfen!” diye yalvarmasını umursamayışıydı. Mağdurun bu sözleri sayıklaya sayıklaya can vermesi hafızalara bir acı çığlık halinde kazındı.
Olay böyle başladı. Kısa sürede protestolar çığ gibi büyüdü ve başka ülkelere de sıçradı. Yağmacılık, kundaklama olayları, çevreyi yakıp yıkmalar büyüyerek devam etti. Ve hala devam ediyor… Yetkililerin, siyahileri yağmacılıkla suçlamasına karşı siyahi kadın aktivist Tamika Mallory’nin Amerikan yönetimine; “Yağmacılığı ve şiddeti biz sizden öğrendik!” cevabı bir tokat mahiyetindeydi. Belki de ABD barbarlığının net açıklaması ve özet sloganı olsa yeridir.
Zira Irkçı, ayrımcı, köleci insan anlayışı Batı uygarlığının kökendeki temel “değerleri” olarak boy vermiştir. Bu tutum ABD’nin temel felsefesidir. Lokantaların kapılarında “Siyahlar ve köpekler giremez” zihniyetinin sahipleridirler. Kaldı ki bu asırda bile onların siyahilere karşı göstermiş olduğu tutum göz önündedir.
Amerika kıtasının keşfiyle oraya göçen Avrupa kökenli bu ırkçı ve ayrımcı zihniyeti yeni kıtaya taşıdılar. Kızılderilileri soykırıma uğratan bu kişiler daha sonra Afrika’dan kaçırdıkları zavallı masum insanları yüzyıllar boyu köle olarak çalıştırdılar. Bu anlayış halen bastırılmış değil. Bu son olayın kökeninde gene aynı zihniyet görünüyor.
Amerika’da 20. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren siyahiler nezdinde başlayan İslam’a yaklaşma eğilimi kendine özgü bir gelişim çizgisi izledi. Malcolm X’in (Malik el-Şahbaz) 1964 yılında Hac ziyaretine kadar da o anlayış sürdü. Malcolm X, Hac ziyareti esnasında İslam’ın hakikatini öğrenmiş oldu. Arkadaşlarına yazdığı mektupta; “Amerika’da biz İslam dinini yayalım derken meğer beyaz ırkçılığa karşı siyah ırkçılığı savunuyormuşuz. Oysa İslam her türlü ırkçılığı reddediyor. Ben burada beyazların en beyazıyla, sarışınların en sarışınıyla aynı sofraya oturuyorum, onlarla aynı kaptan yemek yiyorum; kolumun yanımdaki beyaz insanın koluna değmesinden kimse gocunmuyor. Eğer Amerika’da gerçek İslam’ı benimsetirsek ırkçılığı kökten kazıyabiliriz” diye yazıyordu. Ne yazık ki bu fikrini kabul ettirmeye fırsat bulmadı. Zaten bu fikri nedeniyle şehit edilmişti.
George Floyd olayıyla patlak veren vakanın kökeni, temeldeki bu ırkçı tutumun bir göstergesidir. Basit bir “suçlu-polis” ikilemiyle açıklamanın ötesinde anlamlar taşımaktadır. Olaylar ne kadar genişlerse genişlesin ABD’nin temeldeki ayrılıkçı, ırkçı, ayrımcı, köleci tutumunu değiştirmeye güç yetireceğini beklemek sadece hayal olur. Durum yalnızca onun insan hakları, demokrasi, özgürlük sloganlarıyla perdelenmiş bin bir surat maskesi altındaki “büyük şeytan” oluşunu bir kes daha göstermiştir.