• DOLAR 34.419
  • EURO 36.333
  • ALTIN 2837.232
  • ...

Referandum öncesi kimin ne kozları varsa onun üzerinden siyaset yaptı ve gerek iktidarla muhalefet gerek iktidarla Avrupa arasında tam bir savaş havası hâkimdi.

Genelde bu tarz siyasetin sıradan olduğu ve seçimden sonra yerini normal bir rekabete bırakacağı düşünülüyor, ancak yine de ara ara yapılanların siyaset oyunları değil tam bir ceng düellosu olduğu vehmine götürdü bizi.

Bu stres ve gerginliğin ardından şu an gelinen noktada, sahiden bunların siyaset manevraları olduğu anlaşılıyor. Çünkü genel manada zirve yapan restleşmelerin yerini bir durağanlık almış diyebiliriz. Hatta gerek Avrupa Birliği temsilcilerinin Türkiye`yle ilgili açıklamaları, gerek Cumhurbaşkanı sözcüsünün Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili, ‘AB üyeliğini stratejik bir hedef olarak devam ettirmek istedikleri`ne dair beyanları, eski gerginliğin, yerini olağanlaşmaya doğru bir mecraya bıraktığının işareti.

Ancak ilginçtir ki, referandum öncesi taraflar arası yaşanan gerginliğin, şimdi de her bir tarafın kendi içindeki anlaşmazlıklara evrildiği ortada.

İktidar çevrelerinin ‘İslamcı` atışmaları, CHP`nin ‘başkan adayı ve kongre` tartışmaları, referandum öncesi kıyasıya yarışan taraflara zarar vereceği ve güçlerinden güç götüreceği şüphe götürmez bir gerçektir.

Arada bir bastırılan ancak her fırsatta dışa vurum dolayısıyla kamuoyunun haberdar olduğu rahatsızlıkların tamamen ortaya çıkmadan dumura uğrayacağı açıkçası mümkün gözükmüyor.

Var olan bir rahatsızlık ve sancının şöyle veya böyle bir doğumla niteleneceği gerçeğinden kaçınmak imkânsız gibi.

Şu an ‘İslamcılar` tartışması durmuş gibi gözüküyor, ancak atılan okların karşı tarafta açtığı yaralar öyle karşılıksız bırakılacak cinsten görünmüyor. 

Öyle gözüküyor ki, bir plan ve proje dâhilinde ortaya atılan ‘İslamcıların tasfiyesi` meselesi yine bir planla karşılık bulacaktır. Bakalım tasfiyeyi gerçekleştirmek isteyenler buna karşı tutunabilecekler mi?

Bu tartışmaların bizi ilgilendiren yönü ne diye sorarsanız? Ben hemen, ‘yıllardır bir yerleri kapan, basını-medyayı veya diğer bütün idari kurumları ellerinde bulunduran dindarların ne yaptıkları veya neyi yapabildikleri halde yapmadıkları` diye cevap veririm. Bizi ilgilendiren yön bu olsa gerek. Hem kardeşlik hukuku çerçevesinde hem de vatandaş-hisdaş muamelesi çerçevesinde bu yön bizi çok ilgilendirmektedir.  

Evet, onlarda vicdan azabını, bizde de ‘görevlerini yapmadılar` düşüncesini muhkemleştirecek bir son, çok kötü ve istenmeyen bir netice olacaktır.

Dilerim ki, sözü edilen İslamcılar her kimse, memleket meselelerinin kanayan yaralarına eğilim göstererek, ‘altlarındaki zemin kaymadan` kendi dindaşlarının haklarını aramak ve teslim etmek suretiyle, üzerlerinde bir vucubiyet olarak duran konulara bir an önce parmak basma fikrini öncelleştirirler.

Daha fazla gecikmenin, telafisi imkânsız acılara kapı aralayacağı fehmedilerek, dindaşların derdinin peşine düşmek, üzerinde durulan ve olması gereken zemini sağlamlaştıracağından hiç şüphe duyulmamalıdır.

Beraat Gecesi

Bu arada, Şaban Ayı`nın 15. gecesi olan Beraat Kandili`nizin, İslam Ümmeti`nin beraatine ve bütün hastalıklardan teberri etmesine vesile olmasına duacı olalım. Beraatle ilgili Sevgili Peygamberimiz,  "Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah-u Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: 'Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim' buyurur." (İbn Mâce) Rabbim bu geceyi özellikle İslam Ümmetinin kurtuluşuna vesile kılsın inşallah!

Selam ve dua ile…