Dünyayı fesatla dolduranlara lanet olsun!
Ankara`daki menfur patlamayla yine kaos ve huzursuzluktan medet umanlar için gün doğdu. Barış adı altında bu halka kan kusturanlar her seferinde ‘yaşamı durdurma`da ısrarlı. ‘Ölülerimiz var o zaman burada size yaşam hakkı yok` diyorlar.
Pazar yerlerine ve genel olarak insanların yoğunlukta bulunduğu yerlere yapılan menfur saldırıları gerçekleştirenlerle bu alçakça saldırı yöntemini ranta çevirmek isteyenler arasında ben hiçbir fark görmüyorum. Çünkü ikisi de birbirine hizmet ediyor. Adana Seyhan`da annesinin kucağında 3 yaşındaki Tevriz Dora`yı, D.Bakır Sur`da 12 yaşındaki Helin Şen`i, Ankara Tren Garı`nda Muhammed Veysel Atılgan`ı katledenlerin hepsi akıttıkları kanda boğulacaklardır.
Dokuz yaşındaki Muhammed Veysel Atılgan`ı katledenlerle onun masum bedeni üzerinden çıkar elde edenleri bu halk af etmeyecektir. Toplu yerlerde kendilerini patlatarak dehşet saçanlarla ‘şimdi oldu` diyenler, bu halka korku ve endişeyi, kaos ve gerginliği hakim kılmak için çaba sarfetmekte ve bundan çıkar devşirmektedirler. Bu görüntü dikkatlerden kaçmıyor. Artık yeter, birkaç günlük dünya için Muhammed Veyseller ölmesin, Yasinler ölmesin. Bunlar öleceklerine çıkarlarınız yok olsun, dünyanız batsın! Bu canlar gideceğine siz egolarına mahpus fesatçılar olmaz olsun!
Sahi geçen sefer seçime iki gün kala D.Bakır`da eylem yapıp HDP`nin seçim barajını aşmasını sağlayanların, bu seçim öncesi de aynen benzeri bir katliama imza atmaları dikkatlerden nasıl kaçabilir? Burada tek fark o zaman iki gün kala, şimdi yirmi gün kala yapıldı. O zaman dört kişi hayatını kaybederken bu sefer yüz kadar kişi hayatını kaybetti.
‘Askeri barajlar` ve Suruç Olayı bahane edilerek -ama aslında üç yıldır yapılan patlayıcı yığınağı tamamlandığından ötürü- başlatılan saldırılar halkı canından etti. Örgütün şimdi de güya seçimler dolayısıyla kesmek istediği ateşi, bu sefer Ankara saldırısıyla aslında devam ettirtmek istediler.
Ancak çatışmaların onun ardından başladığı Suruç olayı o gün gerçek sebep olmadığı gibi, bugün de güya seçimlerin gerekçe olarak gösterildiği ateşkes, Ankara saldırısıyla değişmeyecek gibi. Çünkü asıl sebepler gösterilen gerekçeler değil, örgütün eylem yapabilirlik veya yapamama gücüdür. O potansiyel varsa yap, yoksa bir bahane uydurarak ateşkese git, siyaseti güdülüyor.
O gün örgütün eleman, alet ve edevat ikmali tamamlanmıştı ve hiçbir şey olmasaydı da eyleme başlardı. Bugün de zor durumda olduğundan hangi olay da olsa ara vermek yani ateşkes yapmak isteyecektir. Bir de üst akıl şu seçim arifesinde örgütü mağduriyet kisvesine büründürmek istiyorsa şayet, her hâlükârda ateşkesi sağlamak için gereken talimatı verecektir.
Ancak sözüm ona sivil kalkışmalarla bu sefer halkın canına okumaya devam edecektir. Ankara saldırısından sonra örgütün siyasi kanadı HDP ve DBP`den gelen çağrılardan sonra yürütülen çalışmalar gibi…
Saldırıdan sonra HDP genel merkezinden gelen açıklamada “…Bu amaçla tüm işçi ve emekçileri, yurttaşlarımızı genel greve destek olmaya çağırıyoruz. Gelin hep birlikte hayatı durduralım” dendi. Onun ardından DBP de yaptığı açıklamayla halkı sokağa davet etti ve her yerin ‘direniş alanı`na çevrilmesini istedi.
Olan her zaman olduğu gibi Kürdistan bölgesine oluyor. Zaten pek de görülmeyen belediye işleri, durdu. Kaldırımlar ve yollar çöplüklere dönüştürüldü. Okullara öğretmenler gitmedi. Öğrenciler eğitim göremeden evlerine döndü. Hastanelerde Kürtler can çekişti, doktorlar hasta bakmadı. Yaşatılanlar üzerinden halkına acıları reva görmek, nasıl bir anlayış?
Bunları yazarken ‘vay efendim ne kadar güçlüymüşler` diye zihninize bir fikir gelebilir. Ancak öyle değil. Elinde silah bulunan birkaç haydudun bir şehri düşürdüğü hale bakarak, halkın öfkesinin aslında geldiği son noktayı tahayyül etmek de lazım. Kesinlikle halk, örgütün idaresindeki bir şehirde, köyde veya belde de yaşamak istemiyor. Ama maalesef kimi yerlerde halkı buna mahkûm edenler utansın… Halkın gönlünü kazanmadıktan sonra bütün görüntüler animasyondur, gerçekçi değildir.
İnanın halk, baskılarla ısmarlananı hazmetmiyor ve bir gün bunun tepkisini gayri ihtiyari de olsa verecektir. Ama nasıl verecektir, yöntem olarak onu şimdilik kestirmek zor. Şimdi, Ankara saldırısı bahane edilerek halkın burnuna sokulan çöpün hesabını vermemek olur mu? Kazılan hendekler, yollara örülen duvarların ardından toplanmayan çöpler ve bakılmayan hastalar, Sol`a yönelecek öfkeyi artırmaz da ne olacak?
Bütün bu halka reva görülenlerin, saldırıda ölen insanlara nasıl bir faydasının olacağını söyleyecek biri var mı? Ya da bu olup bitenlerin barışa bir katkısının nasıl olduğunu ifade edecek birileri çıkar mı sizce?
Barış diyenler, barış yöntemlerini değil, savaş yöntemlerini kullanarak ilerlemeye çalışıyor, ama olmuyor. Savaşa gider gibi barışa gidilmez. Halkın değerlerine küfrederek barışı getireceğini sananlar, ya cehalet ya da bir hinlik içerisinde olmalı. Barışa, barış argümanlarıyla koşulmalı ve bu koşuşturmayla halkın teveccühü alınmalı.
Halkı sindirerek, kepenkleri kapattırarak, hastane/doktorları çalıştıramaz hale getirerek barış istenmez ve böyle de barış gelmez.
‘Hayatı durdurmak` isteyenlerin, zaman çarkı karşısında duramayacaklarını, gözlerini kapayanların, sadece kendilerine karanlık edeceklerini, bilmem bu dünyada bilmeyeni kaldı mı?
Yeryüzünde fitne, bozgunculuk ve kaos oluşturanlarla alakalı iki ayet-i kerimeyi zikrederek yazımıza son verelim:
“… Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas -77)
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah`ı şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır. O dönüp gitti mi(yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez. (Bakara 204-205)
Selam ve dua ile…