Arzulanan huzur ve güven ortamı
İnsanlık aleminin dünya imtihanında umduğu ve arzuladığı yegane hususlar, bir huzur ve güven ortamının oluşmasıdır. Onun için insanlar, ‘Yeter ki huzur olsun!’ sözünü hep tekrarlar durur.
Sorsanız, savaşanlar bile bir barış ve huzur ortamının sağlanması için savaştıklarını söylerler. Hep amaç edinen, gaye edinen o aslında.
Bu dünyada asıl hedef edinen, bir huzur ve güven ortamının oluşmasıdır. Ekonomik çalışmalar ve tedbirler de, askeri icatlar ve faaliyetler de bunun için devreye sokulur.
Ama maalesef insanlar bunu sağlamaya çalışırlarken çoğu sefer aksi sonuçlar doğuracak sebeplere/icraatlara sarılırlar; huzurun canına okuyacak girişimlerde bulunurlar.
Huzur ve güven ortamını sağlayacak unsurların görmezden gelinerek insanlık tarihi boyunca felaket sonuçlar doğurmuş icraatlara tevessül etmenin nasıl mantıklı bir izahı olabilir, insan düşünmeden edemiyor!
Zinanın, uyuşturucunun, faizin, ahlaksızlığın, katlin, hırsızlığın, ifsadın tarih boyunca da hep korkunç sonuçları olmuştur.
Tarihte de bunlar ve bunlar gibi davranışların yaygın olduğu toplumlarda hep insanlığın felaketlere duçar olduğu kanıtlanmıştır.
Zinanın, fuhşiyatın yaygın olduğu toplumlar yok olmayla karşı karşıya kalmışlardır. Müskiratın, uyuşturucunun yaygın olduğu zamanlarda insanlık geri kalmışlığın, sefil ölümlerin ve seri katliamların pençesinden kurtulamamıştır.
Bugün kadın cinayetlerinin çoğunun alkolden kaynaklandığı gerçeği hep gizlenmeye çalışılıyor.
Faiz belasının zenginlerle fakirler arasındaki sömürü çarkını beslediği tüm zamanlarda sınıfsal düşmanlıklar ve toplu çatışmalar, katliamlar durmamıştır.
Her biri diğerinin kendi hakkını yediğini, kendisini sömürdüğünü veya kendi malına kastettiğini düşünerek karşıya düşmanlık besliyor ve eline fırsat geçince de hınçla saldırıyor.
Hırsızlığın yaygınlaştığı bir yerde korku ve endişe hep artmıştır. Çalan, birgün çaldığının hesabını vereceğinden, malı olan da hep malının bir şekilde kendisinden devşirileceğinden endişesiyle hep korku içinde olmuştur.
Adaletin olmadığı yerde haksız yere çok kan aktığını herhalde inkar edenimiz olmayacaktır.
Normal hukuki yollarla hakkını elde edemeyen her hak sahibinin, kendi hakkını kendi eliyle elde etme düşüncesi belki de fıtri bir olgudur.
Herkesin arzuladığı huzur ve güven ortamının tesisi için aslında ulvi değerlerimize dönmek ve bütün bu değerleri vazeden İslami kurallara sarılmakla mümkün olabilecektir.
Kötülüklerin yolunu kapatmak ve iyiliklerimizi arttırmakla aslında o arzulanan huzur ve güven ortamını sağlayabiliriz.
Bugün Türkiye’de -kim ne derse desin- bu ölçüler çerçevesinde yeni bir revizyona ihtiyaç vardır.
Faiz baronlarının, zinakarların, hırsızların, arsızların ne diyeceği pek önemli olmamalı. Aksi takdirde harsın ve neslin ifsat edildiği yerde huzur ve güven ortamının sağlanması mümkün olamayacaktır. Bu böyle bilinsin.