Bayram mı?!
Boşuna uğraşmayın, Kemalist zihniyetin ülkeye kaybettirdiği fırsatların haddi hesabı yok ve bunlar unutulmaz!
Şu inkâr edilemez bir gerçek ki dünya; kalkınma, ileri iletişim ve teknolojik sistemler ile uğraşırken burada ‘bayram’ diye ilan edilen günden bu yana yıllarca, halkın giyim kuşamı, ne yiyip ne içeceği ve nasıl düşünmesi gerektiği ile uğraşıldı! Katliam zulüm ve işkencelerden insanların feleği şaştı!
Tek partili sistemden iki partili sisteme kadar, oradan da çok partili sisteme geçiş serüvenine kadar halkın başına örülmeyen çorap kalmadı!
Geriye doğru bakıldığında -Allah aşkına- 1923’lerden 1950’lere, 1960’lardan 1980’lere, 1990’lardan, 2000’lere kadar ve hatta sonrasında 15 Temmuz 2016’lara kadar ufak tefek yatırımlar dışında bu ülkede elle tutulur, saygı duyulacak hangi kalkınmadan söz edilebilir ve hangi muasır medeniyet zirvesine çıkma örneklerinden bahsedilebilir?!
Burada her bir yılı notlarken inanıyorum ki sizin de aklınıza suikastlar, faili meçhuller, Diyarbakır cezaevindeki işkence vahşetleri, ülkenin başbakanının idamı, alimlerin darağaçlarında sallandırılması, Şeyh Said ve Seyyid Ali Rıza gibi kanaat önderlerinin katli, devalüasyon, yağ-yakıt kuyrukları ve dahası her on yılda bir halkın iradesine müdahale ve darbe örnekleri gelmektedir!
Şeyh Sait Efendi ve diğer İslam âlimleri ve önderleri Müslümanca bir hayat yaşamak istediler diye yeni kurulan sistemin hışmına uğrayıp idam edildiler. 29 Haziran 1925’te Şark İstiklal Mahkemesi tarafından Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda idam edilen Şeyh Said, idam sehpasında iken son isteği sorulduğunda, "Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve dini içindir" dedikten sonra kelime-i şehadet getirir ve o şekil idam edilerek şehit edilir.
Görüşmeye çağrılan ama tutuklanan ve 75 yaşındayken yaşı küçültülüp idam sehpasına çıkartılan Dersimli Pir Seyit Rıza, “Evladı Kerbelayız. Bi hatayız. Ayıptır, zulümdür, günahtır, cinayettir” diyordu. Bugünkü ‘yeni yetme meddahlar’ o günleri ne çabuk unuttu?!
1937 yılında Dersim’i Fransız bombardıman uçağıyla vuran Sabiha Gökçen kendi ülkesinin insanlarını toplu katletti diye ‘dünyanın ilk kadın savaş pilotu’ unvanını alıyordu. Bu harekâtta gösterdiği sözde üstün başarı sebebi ile zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı bir törenle kendisine ‘Türk Hava Kurumu Murassa (İftihar) Madalyası’ verilmişti.
Harekâtın neticesinde çok sayıda insan öldürüldü. Sabiha Gökçen olaylarla ilgili olarak 1956 yılında verdiği bir röportajda; "Canlı ne görürseniz ateş edin, emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk" demiştir.
Sorum şu ki; bu sistemin gadrinden Sünnisi, Alevisi, demokratı, liberali herkes nasibini almışken, bugün ‘huzuruna varmada’ hepsinin koşuşturması sizce de çok ilginç değil mi? Benim düşüncem o ki, bu ‘kurtuluş’a bu ‘bayram’a aslında inanan yok, ama inanmış gibi yapan çok! Nemalananlar ağızlarını açtıkça ‘borçluyuz’ diyor. Hiç kimse buranın burası eğriydi demiyor. Şurada şu yanlışı yaptı diye aklından bişey geçirmiyor. Bu nasıl bir hipnozluk!
Nasıl övünülecek bir sistem oluyor ki; maddi kalkınmada onlarla yarış içerisinde olunduğu iddia edilen ülkelerin her biri, her bir on yıla icat, sanayi devrimi ve kalkınmayı sığdırmışken, burada her bir yıla harf devrimi, şapka kanunu, başörtüsü yasağı, ibadethanelerin kapatılması ve daha akla gelebilecek bir sürü ceberrut uygulama ve yöntemler birbirini takip etmiştir.
Nasıl bir akıl ve mantık tutulması ki; 1 milyon 800 bin kilometrekarelik hakimiyet alanı, 783 bin 562 kilometrekareye inmiş, tabir yerindeyse dünya hakimiyeti kaybedilmiş, ama bu, bir bayram ve kurtuluş oluvermiş diye telakki edilmektedir!
Bu nasıl bir bayram günü, gerçekten anlamak güç!
Bu sözüm ona ‘bayram’ ve ‘kurtuluş’a inananlara pek diyecek bir şey yok, ama inanmayıp inanmış gibi yapanlara da ‘boşuna uğraşmayın, oradan size ekmek çıkmaaaz! Anıtlar önünde ‘rehber’ ve ‘önder’ diye iki büklüm olsanız da boştur! Dönün mahallenize!
Gerçek bayramlara vasıl olmak dileğiyle…