• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın salı günü açıkladığı "İnsan Hakları Eylem Planı" hem siyasetçilerin hem hukukçuların hem de aslında yargı veya sistem mağduru olmuş herkesin gündeminde.
Türkiye'de insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesine ilişkin hedefler içeren eylem planının yaşama geçmesi için iki yıllık bir süre öngörülüyor.
9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyeti içeren eylem planının nihai amacının, yeni ve sivil bir anayasa olduğu ifade edildi. Bu güzel bir eylem planı ve iyi bir hedef tabii ki…
İnsani haklar yol haritası açıklandıktan sonra, “Şu ana kadar iktidarda kim vardı ki, siz niye düzeltmediniz?!” eleştirisinden öte, beyannamenin ne kadar uygulanabilir oluşuyla ilgili endişe taşıyorum.
Bugün bile o beyannamede ifade edilen birçok hakkın dayanağı yasa ve kanunlarda zaten mevcut. Burada benim gördüğüm herkesin endişeyle karşıladığı husus, işin samimiyet yönü ve uygulanabilirlik ciheti olsa gerek.
Bir de hak ve adaletin herkes için eşit uygulanabilmesi çok önemli. Bir kavme, gruba, camia veya oluşuma yönelik kin ve düşmanlık kesinlikle adaletsizliğe sevk etmemeli.
Yıllarca dillendirilen ‘sıfır işkence’ taahhütlerine rağmen cezaevi girişlerinde ve gözaltılarda uygulandığı belirtilen ‘çıplak arama’ iddiaları ve hastane odalarından alınan yeni doğum yapmış kadınların gözaltı haberleri, işin ‘diken’ yönü olarak dillendiriliyorsa yanlış yapılıyor demektir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamayı yaparken dile getirdiği gül-çiçek-diken meselesi yine eskisi gibi ‘kişiye göre hukuk’ endişelerini gündeme taşıdı.
Sayın Cumhurbaşkanı konuşmanın bir yerinde, “Medeniyet müktesebatımız bize, adaletin yerini bulmasının çok hassas bir dengeye bağlı olduğunu anlatıyor. 'Bir çiçeğe az su vermek onu kuruturken, fazla su vermek de soldurur' gerçeği, adaletin kuyumcu titizliğiyle uygulanmasını gerektiriyor. Ayrıca öyle her gördüğümüz çiçeğe su vermeyeceğiz. Susuzluktan boynu bükülmüş bir çiçeğe su vermek adaleti yerine getirmek olurken, dikene su vermek zulüm anlamına gelebiliyor.” İfadelerini kullandı.
Diken bahanesiyle ‘gördüğümüz her çiçeğe su vermeyiz, vermeyeceğiz’ anlamındaki sözler, belki yıllardır Türkiye’deki hukuk önündeki en büyük bahaneler ve engellerin temelini oluşturmuştur.
Kolluk kuvvetleri veya savcılıklar eğer hastanede doğum yapan bir kadını veya dünyaya yeni gözlerini açmış bir bebeği kimi iddialar muvacehesinde ‘diken’ diye telakki etmeye devam ederlerse, bu beyannamenin bir faydası olmadı, olmayacaktır demektir.
28 Şubat mağdurları yine eskiden olduğu gibi haklarını alma konusunda zenci muamelesi göreceklerse, beyannamenin bir faydası olmayacaktır demektir.
Öyle bir adalet mekanizması, öyle bir hukuk sistemi olsun ki, zararlı ile faydalıyı, mazlum ile zalimi, haklı ile haksızı, hak ile batılı, suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırabilsin ve insanlar kurtuluşu Avrupa vs yerlere kaçışta görmesin; kendinden emin suçsuz ve mazlum insanlar, gönül rahatlığıyla mahkeme kapılarına gidebilsin.
Belgede dikkatimi çeken başka bir husus da, hayvanlarla ilgili yapılan vurgu idi. Hayvanlar elbette ki can taşıyor, buna karşın söylenecek bir söz yok. Ancak epey süredir çıkacağı belirtilen hayvan hakları ile ilgili çerçevenin, insan haklarını zora sokacağı konusudur.
Birileri ısrarla mayınlı alana çekerek insanların huzur ve mutluluğu ile oynamanın yollarını arıyor ve bunu yaparken de meşru yolları dayatıyorlarmış gibi görünüyor.
Hayvana eziyet eden tabi ki cezasını bulsun, ancak hayvanı güden insanların ‘pist’ ‘hoşt’ ‘kışt’ şeklinde seslenmeleri üzerine mahkemelik olmaları kabul-e kabil değildir.
Bir de hayvanlarla ilgili işin ihtiyaç tarafı ve ibadi yönü vardır. Çıkacak kanundan yola çıkarak buraya müdahale yoluna gidilirse şayet, yeni insan hakkı ihlallerine hazırlıklı olmalıyız demektir. Şimdiden uyarmış olalım.
Selam ve dua ile.