• DOLAR 34.652
  • EURO 36.45
  • ALTIN 2925.158
  • ...

Aile mefhumundan anlayan ve ona gereken değerin verilmesini önemseyen herkes yıllardır çağrı yapıyor. Akademisyenlerinden alimlerine, aile reislerinden bireylerine, sosyologlarından psikologlarına bu toplumun temel dinamiğinin aile olduğunu düşünen herkes senelerdir bir hususu ifade ediyor: İstanbul Sözleşmesi ve onun yansıması kanunlar bize gitmiyor. Bu ucube kanun ve sözleşmelerin bizdeki sonucu ailelerin parçalanması, yuvaların dağılması, çocukların babasız, eşlerin mağdur ve yalnız düşmelerinden başka bir şey değildir.

Dayatılan ithal işleyişin sonuçları ortadayken bir kaç sözde kadın derneklerinin kaprislerine ve sinsi planlarının etkisiyle haklı taleplere kulakları tıkamak akıl kârı olmasa gerek.

11 Mayıs 2011'de imzaya açılan sözde "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi, 10 ülkenin belgeyi onaylamasının ardından, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi İstanbul Sözleşmesi’ni 14 Mart 2012'de kabul etmiş, böylece Türkiye sözleşmeyi onaylayan ilk ülke olmuştu.

Sözleşme Almanya’da bile Ekim 2017’de Federal Meclis ve Federal Eyalet Temsilcileri Meclisi tarafından onaylanmış ve daha Şubat 2018’de yürürlüğe girmişti.

Bulgaristan, Çekya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Slovakya ve İngiltere, "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"ni ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’ni henüz imzalamadı.

Kendi parlamentoları veya ajan vakıf-dernekleri mahsulü sözleşmenin kendilerinde dahi daha tam revaç bulmaması ortadayken bizde bu denli sıkı sıkıya arka çıkmak akıl sahibi insanların işi olmasa gerek.

Diyelim ki var olan bir ihtiyaçtan böyle bir adımın atılması ihtiyacı doğdu, tamam kabul, ancak sonuçlar görüldükten sonra yeni bir düzenlemeye gitmek gerekmez mi? Düzenlemenin yapıldığı tarihten bu yana bütün istatistikler boşanmaların, aile içi şiddetin ve acının arttığını gösteriyor. Sonuç bu iken ikide bir, bir iki derneğin başındaki bir iki kişinin açıklamalarıyla ülkeyi felakete sürüklemenin bir anlamı olamaz!

'Aile mefhumu konusunda ve kadın erkek ilişkilerinde Avrupa’nın değil kendi manevi değerlerimizi önemsiyoruz, ancak şiddetin önlenmesi gerekiyor’ diyerek sözleşmeyi savunmada ısrar edenler artık iyi niyetli olamazlar. Çünkü bu sözleşme ve onun müştemilatları ne manevi değerlerimizi koruyabildi ne de şiddeti önleyebildi. Ve bu durum onların da malumu. O zaman bu ısrar niye?

Sözleşme ve ilgili kanunların mağdur ettiği insanların açıklamalarına bakılırsa milletvekillerin kahir ekseriyeti de sonuçlardan ve dolayısıyla sözleşmeden memnun değil; ama her nedense değişiklik için adım atılmıyor. Bırakın ilgili kanunların değiştirilmesi veya çöpe atılması, yakın zamanda çıkarılan infaz yasasında dahi sözleşmenin mağdurlarına imkan tanınmadı ve söz konusu mahkumlar yasadan yararlandırılmadılar. Bu nasıl bir bağlılık veya bağımlılık gerçekten anlamak güç!

HÜDA PAR Kadın ve Aile İşleri Başkanlığı’nın ifade ettiği gibi; “Hükümet, inancımıza, kültürümüze, toplumsal değerler ile hassasiyetlerimize taban tabana zıt olan bu sözleşmeye koyduğu imzayı derhal geri çekmelidir. Aile kurumunu hedef alıp toplumsal cinsiyet değişimini körükleyici davranışları yaygınlaştırmayı, topluma kanıksatmayı hedef alan bu sözleşme, hiçbir boyutuyla toplumumuzun yararına değildir. Kadını en mümtaz noktaya çıkaran inancımız ve müktesebatımız, bu yöndeki sıkıntıları çözmeye kâfidir. Batı tipi bencil fertlerden müteşekkil toplum yerine kendi kültürüyle barışık bir toplumsal yapıyı inşa etmeye öncelik vermeliyiz.”

Evet, netice itibariyle faydadan çok zarar getiren bu tip anlaşmaları, sözleşmeleri, kanunları ÇÖPE ATIN GİTSİN! diyoruz. Başka da bir şey demiyoruz!

Selam ve dua ile.