Bu mücadele şekli sadece işgalciye yarıyor
İslam ülkelerinin hali gerçekten içler acısı. BM kürsüsünden ifade edilenler, ümmetin içinde bulunduğu halin tekrar ilanıydı. Bir tarafta açlık ve sefalet diğer tarafta ölüm, kıyım, yıkım ve işgal...
İşi dış güçlerin etkisine havale etme kolaycılığı, içteki sorunlara gereği gibi eğilmenin önüne geçti. Öngörülen ve aslında “dayatılan” mücadele şekli, her tarafta işgalcileri daha da cüretlendirdi.
Dış güçlerin içerdeki temsilcileriyle uğraşmak, dıştakilerle savaş gibi algılandı. Onlarla savaş adına şehirlerimiz harabeye çevrildi. Bir anda onlarca, yüzlerce masum insanımızın kanını ve canını hiçe saydılar. Çünkü dışardakilere/işgalcilere karşı sergilenecek tavrın aynısını hikmetten uzak içerde uygulama kolaycılığına kaçıldı.
Öyle ya... Amerika’ya karşı savaşıyoruz diye camide, okulda, pazarda, hastanede veya İslam ülkesinin herhangi bir cadde sokağında bomba patlatmak sıradanlaşırken, buna karşı ciddi tepkilerin ortaya konmaması mücadele şeklinin böyle olması gerektiği vehmini doğurdu.
Herkesin ‘hak bendedir’ anlayışı İslam alemini takatten düşürdü, işgal güçlerini güçlendirdi. ‘Fitne kalmayıncaya kadar ki savaşı’n yanlış anlaşılması, her gün devasa yeni açmazların ve kahrolası fitnelerin yolunu açtı.
Dışarıya yönelik öfkenin hıncı, hep içeriden alınmaya çalışıldı. “Önce içimizi temizleyelim” heyulasıyla hikmetten uzak bir yöntemle acılar katmerleştirildi. İçteki mücadele aynen dışardaki düşmanla yapılırcasına sürdürmeye çalışıldı.
İsabetten uzak her bir sortinin, saldırının, katliamın farklı yaralar açtığının farkına varılmadı.
İçte yapılan her bir hareket derde derman olmadı, aksine yaraları derinleştirdi. Böylece kimi uzuvların kangren halini almasına sebebiyet verdi. Kangren olmuş uzuvlara karşı operasyon da hikmetten uzak gerçekleştirildi. İşi profesyonelce yapma gereği hissedilmedi. Kamyon dolusu patlayıcı, şu işgal askeri veya düşman geçiyor diye caddede, sokakta patlatıldı. Her ne hikmetse her seferinde de hedeflenen kişiler dışında yandaki okul, pazar, hastane ve camideki onlarca kişi hayatından oldu. Bu nasıl bir mücadele şekli, bir türlü net anlaşılamadı.
Aynı inancı paylaşanlar kardeş olmayı kabul etmedi, ama ortak paydalarda buluşmayı, stratejik ortaklıkları geliştirmeyi de beceremedi.
Kabil’de, Bağdat’ta, Şam’da, İslamabat’da, San’a’da bomba patlatmayı davanın/mücadelenin gereği sandılar. Kaos ve gözyaşını, zafere biraz daha yakınlaşmanın işareti addettiler.
Oysaki bütün ehil insanlar, fetva ve açıklamalarıyla ortaya çıkarak bu savaş şeklini red etmeliydiler. Bunun işgal güçlerine yaradığını haykırmalıydılar. İslam ülkelerinin en kalabalık yerlerinde bomba patlatmanın haram olduğunu ilan etmeliydiler. Üzerimize yağan ecnebi bombalarının inine girmenin yolunun bu olmadığı deklare edilerek karşı duruş sergilemeliydiler.
İslam ülkeleri veya İslam ülkelerindeki yapılar, içe dönük böyle pervasız ve özensiz olacağınıza, işgalci rejimin canice ve gaddarca saldırılarına karşı yekvücut olmanız gerekmez miydi?!
Sivilleri hem de bir kadını/genci otomatik silahlarla hedef alan şu hoyrat işgalci zalim siyonistlere karşı durmak İslam ümmetinin, İslam ülkelerinin yerlerde sürünen onurunu kurtarmanın bir gereği değil miydi?!
Sadece Filistin’de değil dünyanın herhangi bir yerinde asıl mücadele edilecek zümre bu zalim ve katillerin kendileri olmalı değil miydi?
Yüce Allah, elbette hesap gününde tüm bunları soracaktır. Ama inanıyorum ki sorumlular, ümmeti naçar bıraktıklarının hesabını ayrıca bu dünyada da vereceklerdir.
Tekrardan ifade edelim ki, İslam ülkelerini, İslam ümmetini bölmeye, parçalamaya, kaosa sürükleyen her bir eylem İslami olmadığı gibi insani de değildir. Çünkü bu mücadele şekli sadece işgalciye yarıyor. İşgal rejimi ve diğer tüm emperyalistlerin işine yarayan her bir adım merduttur ve kabul edilemez bulunmalıdır.
Yazımızı, Ankara’daki üçlü zirvede Putin’in İslam ülkelerine sözde barış çağrısında bulunarak bir kısmını aktarmaya çalıştığı Ayet-i Kerimenin tümünü alıntılayarak bitirelim... Belki ayrıca ders verir... “Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Âl-i İmran 103)
Selam ve dua ile...