J-Pop, K-Pop, Zumba, Yoga...
Genel bir şaşkınlık... Ve yine ne oluyoruz, nereye gidiyoruz? şeklinde uçuşan sorular, sualler... Bütün bunlar Türkiye toplumu olarak son zamanlarda yine yoğun olarak yaşadığımız bir halet-i ruhiye maalesef.
Ortadoğu diye tabir edilen coğrafyanın Müslüman ülkelerinden Türkiye halkının maneviyatıyla, mukaddesatıyla, öz ve özgün hamuruyla verdiği ‘varolma’ mücadelesi yanında yaşanan bu keşmekeşlik, yine hayırlara alamet olmasa gerek.
Gerek Doğu’dan esen Komünizmin ve Sosyalizmin, gerek Batı’dan hücuma geçen Kapitalizmin ve Materyalizmin kasırgalarına maruz kalan Müslüman halkın mücadelesi tabiki hiç bitmeyecek.
Ancak şu ana dek maalesef bizde kökleşmek isteyen isimlerini zikrettiğimiz batıl ideolojilerin her biri, diğerinin tehlikesini empoze etmeye çalışarak kısmen de olsa amacına ulaşıyor. Çünkü her kime yönümüzü döndürdüysek tabiri caizse toplumumuzun kozmik alanlarını da onlara ardına kadar açarak döndük, dönüyoruz.
Stratejik ittifakın, ticari ortaklığın sınırlarını belirlemede ölçüyü bir türlü tutturamadık. İslam dünyasının kalbine hançer gibi saplanan haydutlarla dahi bu sınırı koruduğumuz söylenemez.
Batı’ya yönelişimizde içimize akan her melanetin aynısını şimdi Doğu’dan almaya başladık. Japonların J-Pop’undan sonra şimdi de Korelilerin K-Pop’u, Kolombiya’nın Zumbası ve Hinduların Yoga’sı... Bunlar bizin hangi sorunumuzu çözecek Allah aşkına?!
Milli ve manevi hiç bir değeri bulunmayan, tam aksine başka din ve felsefelerin birer ritüeli ve ahlaksızlık göstergesi olan oyun, aktivitelerin bize nasıl bir faydası dokunabilir?!
Cinsiyetsizlerin farklı oyun, ritüel ve eğlence dallarıyla sirayet etmek istedikleri toplum DNA’sını korumaz isek maazallah kimliksizleşen bir akımla tanışılacak günler yakındır demektir.
Kimliksizleşen bir topluma biçilecek bir değer de, rol de olamaz.
Cinsiyetsizleşmeyi ve dahi kimliksizleşmeyi savunanları farklı ritüel ve sahne gösterileriyle çocuklarımızla buluşturmak isteyenler, acaba vahametin farkında değiller mi diyecektim ancak, bu işin Eğitim Bakanlığı nezdinde kotarılıyor olması, bir kere farkındalık ve bilinç düzeyini hemen ortaya koyuyor. Bu işler, bilinçli yapılıyor demektir. O zaman yapılacak ilk iş, ilgili sorumluları bir an önce eğitimin dışına atarak, bu alanı tamamen “millileştirmek” olmalıdır.
Bizim ne Batı’nın ne de Doğu’nun çirkefliklerine ve ahlaksızlıklarına ihtiyacımız yoktur. İslami değerlerimiz bizim kimliğimizi şekillendirecek, bizim doğru yolda ilerleyişimizi sağlayacaktır.
Milli Eğitimin son zamanlarda eğitim yuvasına sokmaya çalıştığı cinsiyetsizleştirme/kimliksizleştirme çalışmaları tepkiler olduktan sonra iptal edilse de Milli Eğitim’de köklü bir kadro değişimine gitme zorunluluğunu doğurmuştur. Yoksa her gün benzer bir kaosla karşılaşılaşılabilir. Çünkü görüldü ki tepkiler olmazsa şayet, Doğu veya Batı’dan ithal aksi kültürleri ve ritüelleri Müslüman toplumun çocuklarına ders olarak verme çabası söz konusu. Hatta kimileri toplumun haberi olmadan icra edildi bile.
Fakat ne hazin bir durumdur ki, kendi dinimizi, ahlakımızı, örf ve adetlerimizi icra etme noktasında talep edilen desteklerle ilgili bu ülkede zorluklar yaşıyoruz. Örnek mi istersiniz? Aylardır bir siyer sınavı için Peygamber Sevdalıları Vakfı alınacak bir iznin peşinde, ancak şu satırlar yazıldığı zamana kadar bir çok yerle ilgili daha net olumlu bir netice alınamamıştı ve siyer sınavı da yarın. Yüzbinden fazla kişinin katılacağı sınavla alakalı bu saatten sonra izin verilse dahi bunun organizasyonun ne kadar zor olacağını varın siz düşünün. Siyere yok, ama tepkiler olmazsa Yoga’ya izin var!
Yazık, çok yazık. Ekin’i ifsat ettiler, şimdi de nesl’i ifsat için her yolu deniyorlar. Vasıta olanların kimisi belki de farkında değil...
Rabbim bizlere basiret ve iz’an ihsan eyleyerek, güzelliklerin ve iyiliklerin yanında, çirkefliklerin ve kötülüklerin ise karşısında durmayı bahşeylesin! Amin!