• DOLAR 34.549
  • EURO 36.003
  • ALTIN 2998.132
  • ...

Ben yalancıyım diyen bir insanla karşılaştınız mı hiç?

Ben dürüst değilim diyen bir insana rastladınız mı hiç?

Eminim ki rastlamadınız ve muhtemelen rastlamayacaksınız.

Peki, herkes gerçekten samimi ve dürüst ise bu kadar kavga neden?

Herkes bu kadar samimi ve dürüst ise bu düşmanlık neden?

Öyle ya siz dürüst olduğunuz için neden sizinle kavgaya tutuşulur ki…

Belki de bu kavga, bu savaş, insanın kendisine, kendi benliğine karşı yürüttüğü bir savaştı.

Kendinde görmek istemediği, her baktığında kendi karanlık tarafını gördüğü için verdiği bir savaştı.

Tıpkı Stefan Zweig’ın dediği gibi: “İçimdeki bir şey haklı çıkmak istiyordu ve savaşabildiğim tek şey içimdeki bu öteki Ben’di.”

Kim bilir yıllarca kendisine fısıldayan ve her seferinde bastırılan iç sesinin, dışarıdan gelen yankısıydı bu düşman…

Öyle ya yıllarca her işlediği günah veya yediği kul hakkının ardından duyduğu vicdan azabını dindirmeyi başarabilmiş; ancak şimdi vicdanı karşısına dikilip bu işleri bırakmasını kendisine öğütlemeye başlamıştı; üstelik başka bir bedende…

Bir anlamda insanın ortadan kaldırmak istediği iyi ve kötü tarafıdır; ancak kişi o an hangi beni yaşıyorsa ötekini; iyi ise kötüyü, kötü ise iyiyi yok etmek isteyecektir.

Çünkü yıllardır içinde sakladığı ‘öteki ben’e zarar verememiş sadece bastırarak, gizleme yoluna gitmiş, Bu durum ben’i rahatsız etmiş, her gün içinde sakladığı ‘öteki ben’i görmek ona ruhsal bir baskı kuracağından, bir yolunu bulup onu suçlamalı ve göz önünden kaldırmalıydı…

Dostoyevski: “içimizdeki “ben”dir “öteki”. Öteki algımız, kendimizi, derinlerde kendimizi nasıl algıladığımızla ilişkilidir” ve “Aşağılık biri miyim ben?” diye sorar. Elbette ‘değilim’ diyecektir. O halde içimdeki bu aşağılık adam kim? Sorunun yanıtı kolaydır. O mutlaka “öteki” olmalıdır. Çünkü aşağılık olanlar hep ötekilerdir. Öteki, kişiliğimizin yüzleşmek istemediğimiz yanları olarak karşımıza çıkar.”

Doğrusu yüce Yaratıcımızın, ikiyüzlü insanları neden aşağıların aşağısı olarak buyurduğunu ve Efendimiz (s.a.v)’in “Mümin, müminin aynasıdır” sözünü de daha iyi anlamış oldum.

Peki, ama neden aynanın karşısına geçen bir insan kendinde gördüğü kusurlar için aynayı suçlar ki…

Neden kendi kusuru için aynayı kırar ki…

Bütün bu yazdıklarımızın ışığında ve Hz. Muhammed (s.a.v)'den sonra kimseye vahiy gelmediğinden şöyle bir sonuca varabiliriz;

1: Size birini kötüleyen bir insan, kötülediği insanla kişisel bir sorun yaşamış olabilir.

2: Size birini kötüleyen bir insan, aslında kendi kusurlarını anlatıyor olabilir.

3: Velev ki kötülediği kişi dediği gibi kötü olsun, bu durumda sizin ondan nefret mi etmeniz; yoksa onunla daha fazla yakınlaşıp onu o kötülükten alıkoymanız mı gerekiyor.

Peki, rabbimiz bizden ne istiyor?

Rabbimiz bizden kötüleri değil; kötülüğü ve kötülüğe götürecek yolları ortadan kaldırmamızı istiyor; Ama maalesef biz kötülüğü ortada bırakıyor ve insanları kötüleyene inanıp, kötülediklerimizden uzaklaşıyor, onu şeytanla baş başa bırakıyoruz.

Bunun sonucunda yoldan sapmasıyla, vicdan azabı duymak yerine, kendimizi suçlamak yerine, onu kötüleyen şahıs için “Vay be ne basiretli adammış, çok ileri görüşlüymüş” diyerek, kötülediği kişinin, imanının elden gitmesine sebebiyet veren, bu kişiye hayranlığımızı dile getiriyoruz.

Belki de bütün bunlar bilinçaltında yaşanan ve kişinin bilinçlenmeden farkına varamayacağı bir süreçtir.

Jung’un şu sözünü tekrar hatırlatarak bu hafta da sizlere veda edelim: “Siz bilinçaltınızı bilince dönüştürene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader diyeceksiniz...”