RAHMET Mİ AZAP MI?
Kavram kargaşasının olduğu bir dünya, tanımı bilinmeyen; ancak gündelik hayatta çok sık kullanılan kavramlar…
Okuma, araştırma zahmetine girmeden cümle içinde kullanılmasına göre kişinin ne anladığıyla ilgili tanımlanan kavramlar.
Tanımlanmakla kalmayıp oluşan algıya göre güzel olanı kendine, kötü olanı başkasına yorumlama alışkanlığı…
Öyle ya bazı kavramlara takla attırıp kendimize kullanışlı hale getirirken, başkalarının bunu yapmaları durumunda ayıplama hastalığı…
Belki farkındaydık belki de değildik…
Başkalarına “yalan atmayın” diyen bir insan; kendisi yalan atmıyor muydu?
“Hırsızlık yapmayın” derken; kendisi hırsızlık yapmıyor muydu?
“İnsanların gizli hallerini araştırmayın” derken; kendisi araştırmıyor muydu?
“Anne babanıza karşı saygılı olun” derken; kendisi saygılı oluyor muydu?
“İftira atmayın” derken; kendisi iftira atmıyor muydu?
“Adalet” derken; kendisi adaletsizlik yapmıyor muydu?
Yazdığımız takdirde uzayıp gidecek olan bu örneklerin muhasebesini yapmak gerekmiyor mu?
Belki de bu olumsuzluk içeren örnekler onun için geçerli değildi.
Ne de olsa insan yalan atmıyor, sadece inandığı değerleri korumak adına sözün gidiş istikametini değiştiriyordu.
Öyle sanıyorum ki bu dünyada bir tek yalan atılmıyor; öyle ya neredeyse her insanın “Bu dünyada en çok nefret ettiğim şey yalandır” sözü bunu göstermiyor mu?
İnsanların gizli hallerini araştırmıyor, sadece ileride ters düştükleri takdirde onları dizginlemek için çabalıyordu.
Anne babasına karşı “…Peki, ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler ise?” ayetinin bir gereği olarak karşı çıkıyordu.
İnsanlara asla iftira atmıyor, sadece insanlara onlar hakkında olumsuz algılar oluşturacak şekilde cümleler kuruyordu. Yani iftirayı o değil dinleyici kendi zihninde kurguluyordu.
Adaletsizlik mi, literatürümüzde dahi bulunmaz, isterseniz taraftarlarına sorun!
İşte görüldüğü gibi bazı insanların durumu farklıydı ve onların yaptığı her şey iyi niyetinin bir sonucuydu.
Yani anlayacağınız bazı insanlar imtihanı çoktan kazanmıştı.
Geriye bir tek vazifeleri kalmıştı diğer insanların imtihanlarını kazanmalarına yardımcı olmak…
Sonuçta herkes imtihan için yaratılmış ve her imtihanın da belli bir süresi vardı bu süre dolmadan insanların imtihanı başarıyla vermeleri için bir an önce yola koyulmalıydı.
Belki de insanlara yardımcı olmak için İslam coğrafyasına ve orada insanların imtihanlarını başarıyla geçmeleri için neler yaptıklarına bakmak gerekiyordu.
Ancak gördüklerim ve duyduklarım beni dehşete düşürmüştü.
Herkes kendini hak diğerini batıl görüyordu.
Herkes kendi doğrularını başkasına dayatıyor, dolayısıyla kendisine katılmadığı takdirde imtihanı kaybedeceğini açıkça söylüyordu.
Ama beni en çok dehşete düşüren ‘’Ve seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.’’ ( Enbiya 107) ayetiyle özelde efendimize, genelde bütün inananlara ‘’rahmet’’ eksenli bir bakış açısı sunan yüce yaratıcının emrinin zıddına hareket edip insanlara ‘’azap’’ olanlarımızın varlığıydı.
“Müminlere merhametli, kafirlere şiddetli” (Bkz. Fetih/29) olmamız gerekirken, merhameti “kendimize”, şiddeti ise kendimiz dışındaki herkese yöneltiyorduk.
“Hayat ve ölümü kim daha iyi işler yapacak diye imtihan olarak yaratan” (Bkz.Mülk/1,2) Rabbimizi razı etmek miydi derdimiz yoksa başka bir şey miydi?
İmtihan dünyasında yaşıyoruz ve tüm sorun imtihanı kazanmaktır. Bunun da tek yolu eylem ve söylemlerde doğruluk ve ihlastan ayrılmamaktır.