TAKLİT Mİ; DEĞİŞİM Mİ?
Dünya dönüyor ve sanki her dönüşünde bir şeyleri değiştiriyordu.
Değişen her şeyle birlikte insanlar da değişmek zorunda kalıyordu.
Zira her değişimin duygular üzerinde farklı bir yansıması ve bu yansıma bir şeylerin değişmesini zorunlu kılıyordu.
Gündelik hayatta neredeyse her ağızdan değişim sözcüğü duyuluyordu. Bilinçli veya bilinçsizce…
Kimi, insanları olduğu gibi baskılayamayacağının farkında olarak onları kendine benzetmek için değişim diyorken…
Kimi de iradesine sahip çıkıp başkasına benzemeyi reddettiği için değişmekle suçlanıyordu
Diğeri de onları kökünden koparıp kendi mahallesine süs bitkisi yapmak için değişim diyordu…
Peki, o halde değişim ne oluyor?
Belki de kendimize şu soruları sorarak değişimden ne anladığımızı veya değişime olan ihtiyacımızı anlayabiliriz.
Bu vücut bulan kişilik gerçekten sen misin?
Yoksa senin olmanı istedikleri mi?
Gündelik hayatta konuştukların sana mı ait?
Yoksa sağdan soldan duydukların mı?
Okuduğun kitabı kendi ilgi alanına göre mi seçtin?
Yoksa senden okumanı istedikleri mi?
Giydiğin kıyafeti kendi zevkine göre mi aldın?
Yoksa başkası giyiyor diye mi?
Kendi zevk duyduğun işi mi yapıyorsun?
Yoksa sana uygun görüleni mi?
Tercihlerini kendi iradenle mi yaptın?
Yoksa psikolojik baskı sonucu mu?
Daha çoğaltacağımız onlarca soruyu kendine sorarak değişime bir anlam yükleyebilir ve neden nasıl değişmen gerektiğine bir cevap bulabilirsin.
Göreceksin ki, bütün hayatına müdahale edilmiş, sen zaten değişmiş daha doğrusu değiştirilmişsin…
Şimdi kendine sor!
Ben gerçekten olmam gereken kişi miyim?
Yoksa aile ve çevrenin baskısı sonucu değiştirilmiş bir taklit miyim?
Eğer cevabın çevrenin etkisi ise, o halde şundan emin olabilirsin, sen kendi hayatını değil; başkasının hayatını yaşıyorsun.
Kendin olarak değil başkasını kendinde yaşatıyorsun.
Kendi hayallerini değil, başkalarının hayallerini gerçekleştirmek için çabalıyorsun.
William Lake’nin dediği gibi: ‘’Bütün insanlar orijinal olarak doğarlar; Birçoğu kopya olarak ölür...’’
Lake haklı olabilir mi?
Doğrusu bunun idrakine varmak oldukça zahmetli bir iş.
Ancak insanın doğumundan itibaren yaşadığı hayat ve inandığı değerlerine bakarak belki bir sonuca ulaşabiliriz.
Su girdiği kabın şeklini alır kaidesince her çocuk İslam fıtratı üzerine doğsa da anne babası, çevresi veya yaşadığı ülkenin benimsediği inancı benimser.
Örf, adet, gelenek ve ahlaki kurallarına bağlı kalır.
Bunları mutlak doğru olduğunu kabul ederek kendi inancı ve gelenekleri dışında kalanları batıl olarak görür ve bir gün herkesin inandığı değerlere gireceğini umut ederek yaşar.
Budistler, Yahudiler, Hristiyanlar veya diğer inanç sistemlerine bağlı olanlar da aynı duygularla hareket eder ve kendileri dışında kalanları yoldan sapmış olarak görür.
Bu düşüncelerden hareketle belli bir inanç sistemine mensup insanlar çocuklarını doğdukları andan itibaren abluka altına alır ve onları bu değerlere bağlı kalmaları için olağan güçleriyle çabalarlar.
Yıllarını bu değerlere bağlı olarak geçiren bir insanın kendini değiştirebilmesi mümkün mü?
Bunun içindir ki çok az insan fıtratına yani İslam’a geri dönmeyi başarır.
Bütün bunlar da gösteriyor ki insan doğduğu andan itibaren dört bir taraftan kuşatılır ve birilerine benzemeye zorlanır.
Ancak bu durum insanın kendisi olmayı başaramamasına sebebiyet verdiği için insanın kendini arama serüvenini yeniden başlatır.
On yıllardır inandığı değerleri değiştirmek güç olduğundan bu değerlerin içinde kalarak değişmeye çalışan insan bu tavrıyla mensubu olduğu inanç sistemini böler ve binlerce grubun ortaya çıkmasına sebebiyet verir.
Bu sebeple daha fazla bölünme yaşanmasın diye her grup kendinden ayrılanı değişmekle suçlar, kötüler böylelikle geri kalanları psikolojik baskı altına alır ve değişimin, kendilerini taklit olarak algılanmasını sağlar.
İşte değişimin sadece kendinden ayrılanlara yönelik suçlayıcı bir silaha dönüştürdükleri için de taraftarlar değişimi olumsuzluk olarak görür ve kendini değiştirme ihtiyacı duymaz…
O halde değişmek gerek; ancak bu değişim dışa doğru başkasını taklit etmek şeklinde değil; Yüce yaratıcının seni yarattığı o tertemiz çocuksu masumiyetine, yani özüne, yani İslam fıtratına…
Unutma!
Taklit ve değişim aynı şey değildir, taklit ederek değiştiğini sanıyorsan aldanıyorsun; zira taklit seni sadece başkasının kopyası yapar…