• DOLAR 34.587
  • EURO 36.232
  • ALTIN 2992.141
  • ...

Geçenlerde çok değer verdiğim bir dostumdan bir mesaj aldım. Mesaj Viktor Hugo’nun Hz. Muhammed (s.a.v) üzerine yazdığı bir şiirdi.

Şiirde hiçbir yanlış ifade yoktu. Belli ki iyi araştırmış, belki de (inşallah) iman etmişti. Çünkü şiiri okuduktan sonra şiirin yaklaşık 100 yıl boyunca halktan gizlendiğini ancak 1985 yılında gün yüzüne çıktığını öğrenmiştim. Şiiri yasaklamaları olağan bir durumdu; çünkü neredeyse dünyaya mal olmuş bir insanın İslam Peygamberini övmesi toplumların da merakını cezb edebilirdi.

Daha önce Viktor Hugo’nun ‘’Sefiller’’ adlı romanını okumuş oldukça etkilenmiştim; ancak bu şiirini okuyunca etkilenmek şöyle dursun adeta büyülenmiştim.

Şiir uzun olduğu için son bölümünü sizinle paylaşacağım.

“Ebubekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu

Nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu

O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu

Ve Ölüm Meleği çıka geldi akşama doğru

“İçeri girebilir miyim” diye müsaade istedi

“Gelsin” dedi. Dünyaya açtığı o ilk günkü gibi

Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,

Ve Melek ona : “Allah seni bekliyor” dedi

Memnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titredi

Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti...”

Henüz şiirin etkisinden kurtulamamışken bu sefer de Johann Wolfgang von Goethe’nin yine Efendimiz üzerine yazdığı bir şiir göndermişti.

"Kardeş,

Ayırma bizi koynundan,

Bekliyor Yaratan.

Yoksa bizi çölün kumları yutacak

Güneş kanımızı kurutacak…”

Şaşkınlığım artıyor, beynimde sorular uçmaya başlıyordu ve henüz beynimde üşüşen sorulara cevaplar ararken yeni bir mesaj gelmiş ve şaşkınlığımın üzerine bir de şok yiyordum ki bu diğerlerinden farklıydı. Hugo ve Goethe birer yazar ve araştırmacıydı, dolayısıyla yaptıkları araştırmalarda efendimizin izine bir şekilde rastlamış olmaları mümkündü. Oysa dostumun yeni gönderdiği bir şiir değil bir besteydi ve dünyanın en büyük bestekârlarından biri kabul edilen Ludwig Van Beethoven’e aitti.

Dinlerken tarifsiz duygular kaplamıştı beni. 1811 yılında bestelediği “Atina Harabeleri” adlı sahne yapıtında, eserin üçüncü koro parçasında Beethoven “Derviş Korosu” adlı bir eser yazmış ve: “Kollarınızın kıvrımlarında ayı taşıdınız ve paramparça ettiniz. Kâbe! Muhammed! Işıltılı Burak’a bindin ve yedinci cennete uçtun. Büyük Peygamber! Kâbe!” diyerek Hz. Peygamber ve Kâbe’yi övmüştü.

Acaba, diye düşünmeye başlamıştım, Beethoven’un, Efendimiz (asv) üzerine yazmış olduğu bir senfonisi veya Sonat’ı var mı? diye. Öyle ya Viktor Hugo’nun şiiri yaklaşık bir asır insanlardan gizlenmişti. Doğrusu Beethoven’un, Efendimiz (asv) üzerine yazmış olduğu bir senfonisi var mıydı yok muydu, bilmiyorum.

Ama artık bir türkü bir şarkı söylemeyi, aynı kelimeleri farklı cümlelerde yerini değiştirerek kullanıp beste yaptığımızı sanmayı, aynı enstrümanlarla müzik yapmayı maharet olarak görmekten vazgeçmeli ve bu piyasaya da profesyonel eğitim (konservatuar veya en azından şan dersleri) alıp girmeliyiz diye düşündüm.

Elbette doğruluğu, yanlışlığı, dinen bir sakıncası olup olmadığı konusu fakihlerin işidir; ancak şu noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Daha önceki bir yazımızda çağrı filmi müziklerinin Fransız müzisyen Maurice Jarre tarafından yapıldığını yazmıştım. Üstelik icrasını da İngiliz filarmoni orkestrasına yaptırmıştı. Orkestrada her çeşit Telli/yaylı, vurmalı ve nefesli enstrümana rastlamak mümkündü; ama yine de neredeyse her gün radyolardan dinliyor, televizyonlardan izliyor ve telefonlarımızın zil sesi olarak ayarlıyorduk, bu müzik hayatımızın bir parçası haline gelmişti.

Daha ne zamana kadar her konuda olduğu gibi, bir film müziği yapmak için de dışa bağımlı olacağız diye düşünmeye başlamıştım.

Oysa geçmişte bilimsel gelişmelerimizle beraber müziğe yaptığımız katkılarla da taklit edilmiş ve Safiyyüddin Urmevî’nin 13yy da, bugün “oktav” denilen sekizli ses aralığını on yedi ses aralığına bölerek bir sistem geliştirmesini Avrupa ancak 16. Yüzyılda haberdar olmuş ve onun geliştirdiği sistem 20. Yüzyıla kadar da kullanılmıştı.

Bakın İngiliz müzikolog ve bestecisi Charles Hubert Parry, Urmevî’nin sistemi hakkında ne diyor:  “Tahayyül edilmesi bile güç olan mükemmel bir ses dizisi.” Ve ne hikmetse biz yaptık mı en iyisini yapıyoruz da bugün neden üretemiyoruz?

Günümüz, televizyon ve sinemasız, televizyon ve sinemada filmsiz, film de müziksiz olmaz ve eğer bugün 9. senfoni dünyanın en iyi senfonisi ise, biz henüz 10. senfoniyi yazmadığımız içindir.