• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

“Sosyal medya kullanıcıları dikkat! Sosyal medya kullanıcılarını bekleyen büyük tehlike!” gibi yığınla haber çıkar karşımıza ana haber bültenlerinde…

Bu tür başlıklar bilinçaltımıza onu kullandığımız, dolayısıyla kontrolün bizde olduğu hissiyatı oluşturuyor olabilir mi?

Gerçekten de sosyal medyayı biz mi kullanıyoruz?

Yoksa bu sadece bir yanılsama mı?

Bunun bir sağlaması var mı?

Belki de insan veya kitle psikolojisi üzerine çalışmalar yapan, veri toplayan bilim insanları için koleksiyonlarının eksik ve en nadide parçasıdır sosyal medya, kim bilir…

Hatta şunu rahatlıkla diyebiliriz ki şayet insan psikolojisi üzerine önemli çalışmalar ortaya koyan Eric From, Alfred Adler, Carl Gustawe Jung veya psikoloji üzerine çalışan diğer bilim insanları bugün yaşıyor olsaydı sosyal medya gerçeğini göz ardı etmezler ve daha önce yazdıklarına yüzlerce sayfa ekleme ihtiyacı hissederlerdi.

Yüz yüze görüşmelerde son derece nazik ve saygılı olarak gördüğümüz bireyin, “her şey aslına rücu eder” kaidesince sosyal medyada her türlü nezaketten uzak kendisi olmayı başaramadığı bir alan olabilir miydi?

Yoksa sosyal medya, bireyin yaptığı paylaşımların beğeni ve etkileşimi ölçüsünde kendisine yabancılaşıp, olduğundan farklı bir kimliğe bürünmeye çalışarak, başkasının küçük bir gölgesi, yansıması, karbon kopyası olduğu ve silikleştiği bir ortam mıydı?

Bir insan psikolojisinin tespiti ancak yüz yüze görüşme veya gözlem yoluyla olduğu gerçeğini de göz önüne getirdiğimizde sanırım ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

“sosyal medya kullanıcıları” diye başlayan ve kişinin bilinçaltında kendini güvende hissetmesini sağlayan bu cümle, yapılan paylaşımlara, verilen yanıtlara, yorumlara ve belki de en önemlisi paylaşımına yapılan olumsuz eleştirilere karşı yaşadığı öfke patlaması, takındığı tavır, diline doladığı argo kelimeler ve yaptığı hakaretlerin şiddetini okuyunca, o an anlıyorsunuz ki beyin işlevsiz bir durumdadır. Artık akıl parmakların ucundadır. 

Sanal dünyadaki bu öfke patlamasının bir sonucu olan şiddet içerikli sözlerin gerçek dünyadaki simülasyonunu zihninizde canlandırınca Norveçli filozof Lars Svendsen’in: “…Hepimizin faşist ve katil olmamasının tek nedeni, şükür ki, hiçbir zaman koşulların uygun olmayışıdır...” Sözü akla gelir ve bu uygun koşulların hiçbir zaman olmaması için dua edersiniz…

Oysaki gerçek dünya gibi; sosyal medya da sanal da olsa bir dünyaydı belki içinde yaşayamazdık; ancak fikirlerimizle var olabilirdik. Bu sanal dünyayı bir Pazar olarak görüp en kıymetli fikirlerimizi pazarlayabilirdik.

Bunun yerine sosyal medyayı İnançların dövüştürüldüğü bir arenaya çevirdik.

Kopyala yapıştır tekniğiyle başkasına ait; ancak mutlak doğru kabul ettiğimiz sözler paylaştık, en ufak bir itirazın günlerce kavgasını yaptık. Hakaret etmekten, aşağılamaktan geri durmadık.

Peki, bütün bunlar ne içindi?

Acaba kendisi gibi düşünen insanların dikkatlerini cezbedip daha fazla takipçi kazanmak için miydi?

Belki de kendi çevresi tarafından onaylanmak, dolayısıyla daha fazla beğeni almak içindi.

Kendime bu soruları sorarken Hoffer’in şu sözü geldi aklıma: “Fanatik insan, gerçek bir prensip adamı değildir. O bir amaca, amacın doğruluğu ve kutsallığı nedeniyle değil, bir şeye tutunmak için duyduğu şiddetli ihtiyaç nedeniyle sarılır. Gerçekte, onun bu ihtirasla bağlanma ihtiyacı, sarıldığı her amaca bir kutsiyet atfetmesine yol açar…’’

“…Kendi inancında olmayan kişiler onun için birer iblistir

Ve söylediklerini dinlemeyenler kahrolacaklardır.”

Hoffer doğru söylüyor olabilir miydi?

Eğer doğruysa bu ruhsal bir hastalığı işaret ediyordu ve herkesin kendine şu soruyu sormasını gerektiriyordu; Benim sosyal medyadaki amacım nedir?

Belki de sorulması gereken asıl soru şu olmalıdır. Sosyal medyadaki bu olumsuzlukların yaşanmaması adına ne yapılması gerektiğiydi.

Bunun çözümünü psikoloji ilmine büyük katkılar sunmuş olan Carl Gustav Jung: “...DİNSEL BİR TAVIR RUHSAL ENFEKSİYONA KARŞI TEK ETKİLİ SİLAHTIR” diyerek bize en uygun çözümü veriyordu.

İnanç ve kültür değerlerimizle birlikte, “kendimiz olarak” bu alanda var olmayı denersek birey ve toplum olarak çok şey kazanabiliriz.