Lise, özelliklede üniversite öğrencilerinin değişmez bir huyu vardır. “Genel-geçerdir.” İyi not alındığında hep “Ben aldım” der. Kötü not alındığında istisnasız “Hoca verdi” der. Muhakkak sizler de hatırlamışsınızdır. 50 aldım... 80 aldım... 90 çektim (!..) Ya da Hoca 50 verdi... Hoca 25 verdi... Vicdansız Hoca 15 vermiş (!..)
Müslümanların, dolayısıyla bugün adeta bir iç savaş yaşayan İslam Âleminin de maalesef bunun gibi bir huyu vardır. İşler iyi gidiyorsa “Böyle yaptım...”, “... Şöyle yaptık...” Biraz mütevâzi takılanlar “Ben” zamiri yerine “Biz” zamirini kullanmayı tercih ederler. Benliği / nefsi alaşağı ettiklerini zannederler bu yolla... Biraz ehl-i takva olanlar, Allah (cc)`ın yardımından mahrum kalmak istemeyenler; “Allah`ın izniyle, Allah`ın yardımıyla...” kaydını koyduktan sonra; “iyi nottan” kendine pay çıkarmayı ihmal etmez...
Fakat işler ters gidiyorsa, bir türlü rayına girmiyorsa, hatalar, kusurlar, ihmaller, ileriyi görememe, dünyayı okuyamama, etkili olamama; telafisi ve geri dönüşü imkânsız sonuçlar doğuruyorsa; o zaman da kötü notun fatura edildiği “Hoca” gibi bir adres bulunur... Çünkü maalesef İslam âleminde, Allah, nefsi/kişisel muhasebeyi buyurduğu halde, kimse “Öz eleştiriye” yanaşmaz... Hal böyle olunca da İslami kesimlerin / Müslüman dünyanın olumsuzluklarını fatura ettikleri iki adres vardır. Birisi; İlah-î Takdir, diğeri “Birlik ve bütünlüğü istemeyen düşman ve dış mihraklar...”
“İlah-î Takdir” genellikle içe dönük; kendilerini ve tabanı iknada bir yöntem olarak başvurulur... Dış mihraklar, emperyalistler, Siyonistler, masonlar, karanlık mahfiller vb. de genellikle dışa dönük ve siyaseten öne sürülür.
Ebetteki bu her iki durumu da inkâr etmek, görmezden gelmek durumunda değiliz. Vurgulanmak istenen; bireysel ve toplumsal olarak Müslümanların kendilerine yönelik sorumluluklarını en azında karşılarındakiler kadar yerine getirip getirmedikleridir.
Biz biliyoruz ki; Dünya, imtihan, şeytanın varlığına rağmen olacaktır. İslami mücadele de İslam düşmanlarına rağmen olacaktır. Bu da İlah-î Takdir gereğidir.
Ve yine biliyoruz ki; Hak Teâlâ Kur`an-ı Kerim`de “Size ulaşan her hayır/güzellik Allah`tandır. Kötülükleri ise nefsinizden bilin...” şeklinde (mealen) buyuruyor. Benzer şekilde “... Nasıl iseniz öyle idare olunursunuz” buyuruyor. Yani olumlu şeyleri “Ben/biz yaptık” , olumsuz gidişattan da, kendisini beri görmek, Kur`an-ı Kerim ile pek uyuşmuyor...
Bugün İslam coğrafyasında ağır sonuçlar oluşturan sorunların varlığında, oluşum süreçlerinde, hiç mi bu ülke idarecilerini .... ekabir takımının, söz sahiplerinin kusuru, suçu yok? Her yer güllük gülistanlık, “Adalet vahasıydı da” dış mihraklar gelip Müslümanları kandırıp birbirlerine kanlı bıçaklı yaptılar! Masa başı sınırlar çizdiler... Coğrafyayı böldüler... Hani mü`minin korkulacak Kur`an kaynaklı “Basireti” vardı? İslam âlemini bölüp parçalayan milliyetçilik, kavmiyetçilik, kabilecilik hiç yoktu da Fransızlar mı getirdi?
MİLLİYETÇİLİK FRANSIZ DEVRİMİNDEN ÖNCE YOK MUYDU?
İslam aleminin yazar-çizer, Ekabir takımının dillerine pelesenk ettikleri bir husus var, tam yukarıdaki iyi/kötü ..... dilinden bir şey...
Efendim, Fransız devriminden sonra Ulusal milliyetçilik hastalığı İslam âlemine bulaşmış da, “Yek vücut” olan İslam âlemi, Sultan imparatorlarına asî olup parçalanmışlar vb...
Yanlış temelde doğru bina yükselemeyeceği gibi, yanlış tahlil ve teşhisler de doğru sonuca, dolayısıyla çözüme götürmez... Doğruyu konuşmak gerekirse; Peygamber Efendimiz (sav)`in irtihalinden ve Asr-ı Saadet`ten hemen sonra, İslam âleminde, iktidar ihtirası yüzünden öyle bir milliyetçilik/asabiyetçilik illeti vücut buldu ki, Fransız devriminden peydahlanmış ulusçuluk bunun yanında 7 suyla yıkanmış duruyor. Bu Fransız ulusçuluğu gibi makro bir milliyetçilikten de daha alt bir derecede, kabileciliğe varan bir mikro milliyetçilik şekliydi. Genelde mayasını kabile ve aşiretten de almaz, direk aile/ata düzeyine kadar inerdi... Emeviler, Abbasiler, Fatımîler, Büveyhiler, Eyyûbiler, Selçuklular, Safeviler, Osmanlılar... Hepsi aile ismi...
Dikkat edilirse Fransız devriminden önce olan tüm bu İslam devlet ve imparatorluklarının hiçbirisi lütfedip “İslam devleti” “İslam ümmeti” “Müslümanlar toplumu” ya da İslam`ı ve Müslümanları esas alan bir isim kullanmamışlar. Kendi aşiret ya da ailelerinin ismini ümmet ortak paydasından önde ve üstün görmüşlerdir. Bunu savunur mahiyette tevile-izaha kalkışmak da beyhude en az bunun kadar büyük bir hatadır.
MİKRO MİLLİYETÇİLİĞİN KORKUTUCU BOYUTU:
Buradaki en vahim şey de; bu aşiret-kabile milliyetçiliğini mukaddesata dayandırarak, İslam ile maskeleyerek meşrulaştırma ve itaat ettirme çabasıdır... Misalen Emeviler; Ben-i ümeyye kabilesindendirler. Hz. Peygamber (sav)`in torunu Hz. Hüseyin (ra)`i vahşice katlederek hükümran olmuşlar. Kendilerini Kureyş kabilesine nispetle Halife ilan etmişler... Abbasiler; Hz. Abbas`ın Peygamber`in amcası olduğunu, hilafete daha lâyık oldukları tezi ile Emevilere karşı ihtilal yapıp kendilerini Halife ilan etmişlerdir. Aleviler; Hz. Ali`nin, Hz. Abbas`tan daha fazla Peygamber Efendimize yakın olduğunu, imametin kendi hakları olduğunu iddia etmişler. Fatımiler, kendilerini Hz. Fatıma`ya nisbet edip, Hz. Fatıma (ra)`nın Hz. Ali (ra)`den daha fazla Hz. Peygamber`e yakın olduğunu, dolayısıyla imametin daha fazla kendi hakları olduğunu savunmuşlar. (Tabi burada artık iş bütünüyle mecrasından sapıyor. Ehil olma-liyakat tamamen devreden çıkıyor. (1101 de Fatımî Halifesi Musta`li ölünce yerine 5 yaşındaki oğlu Ali, “Amir bi Ahkamillah” lakabıyla Halife/İmam (!) seçiliyor. Bu da 1130`da ölünce; Hamile olan eşinin karnındaki cenin, imam seçiliyor ama imam henüz doğmadığı için; Emanetçi İmam/El-İmamul Mustewda” makamı icat edilerek vekil bir imam seçiliyor. İslam tarihinde bu tür idareci sultan fecaatleri çoktur. Bununda temel sebebi; iktidarın bir ailenin bir kabilenin, bir kavmin egemenliğinde olmasını sağlamaktır. Bu da asıl mikro milliyetçiliktir. Osmanlı imparatorluğu da, sadece Osmanlı kabilesinin hanedanlığına dayanıyordu. Diğer Türk boyları, değil payitahta (Başkente) bile yanaştırılmıyordu. Diğer Türk Boyları kabileleri orduya girip darbe yapmasın diye, İslam hilafet merkezini koruyan yeniçeri ordusu, devşirme gayr-i Müslimlerden teşkil ediliyor, padişahlar eşlerini ecnebilerden seçiyorlardı.
Emeviler; Arapların dışında Müslüman halkları (Türk-Fars vs) “Mevalî” olarak isimlendiriyor ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi uyguluyorlardı. Cihada gidildiğinde bile, Araplar Atlı/süvari birlikleri, “Mevalî” ise yaya-piyade birlikleriydi. Abbasi ihtilali bu yüzden Araplara/Arapçılığa karşı bir isyan, bir ihtilaldi. İsmin Abbasi oluşu yanıltıcıdır. İhtilali yapan aslında Emevilerin “Mevalî” dedikleri halklardı... Bir de zalim sultanlar, saltanatlarına meşruluk kazandırmak için çok hadis uydurmuşlardır. Bu alandaki hadislere de pek güvenmemek lazım. Vesselam Allah`a emanetsiniz.