Şerif Emin

16 ADAR 1988 HALEPÇE

20.03.2012 11:47:00 / Şerif Emin
Yazının başlığı, “16 Mart 1988 Halepçe” de olabilirdi ama Kürd halkında bir karabasan, yöre halkı için bir kıyamet olduğundan bu başlığı uygun gördük. Halepçe çağdaş Hiroşima veya Nagazaki demektir. Katliam, asrın ve tüm dünyanın medeni kuruluşlarının, BM`nin gözünün içine baka baka yapılmış, yaptırılmıştır.

Irak ordusu, 23 Mart ile 16 Eylül tarihleri arasında özellikle Kürdistan bölgesinde Kürtlere ve ilerleyen İran ordusuna karşı ‘Enfal Harekâtı`nı şiddetlendirmiş; İran ise buna karşılık ‘Zafer 7` harekâtını tüm şiddetiyle başlatmıştı. Sekiz yılı aşan savaşın umutlananı; bir milyondan fazla insan kaybı da olmuş ancak kazananı olmamıştı. Batı da bunu istemişti. Saddam`ın birlikleri, başlangıcın aksine, tüm savaş hattında gerilemiş, birçok şehir ve kasabayı kaptırmış, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) kontrolünde olan bölgelerde özellikle de Halepçe`de ağır darbeler almıştı. İran ordusunun Halepçe`ye girişi KYB katkısıyla kolaylaşmış; İran ileri harekâtı da gittikçe gelişmekteydi.

Saddam`ın Kuzey cephe komutanı Ali Hasan el-Macid el-Tıkriti, nam-ı diğer Kimyasal Ali, bu işe son vermek, İran ileri harekâtını durdurmak için Saddam`ın emri ile İran`ın girdiği Halepçe`ye 8 adet MİG 23 uçağı ile kimyasal bombalar yağdırdı. Hiroşima`da iyonlaşan atomların yerine hardal gazı, mevcut ve gelecek nesilleri, yani onların DNA`larını etkilemekteydi. Bombardıman sonucu on bin civarında insan katledildi, bir o kadar da yaralandı. 19 Ağustos 1988`de tüm bu gelişmelerin sonucunda İran ve Irak ateşkese razı oldu. Ateşkesten beş gün sonra Halepçe`ye giren Irak ordusu, bir şekilde canını kurtaran Halepçeliler için ikinci bir katliam yapıp 500 civarında kişiyi daha katletti. Halepçe Türkiye`nin Konya`sı, Suriye`nin Hama`sı gibi muhafazakârdı. İran İslam Cumhuriyeti`nin inkılâbını takdir etmiş, civara gelen askerleri de güllerle karşılamıştı. Bunu inançlarının gereği olarak yapmışlardı. Yani masumluklarının yanında verilen ceza az bile kalmıştı; Kerbela`da, Hiroşima`da olduğu gibi.

Katliamı, dünya epeyce bir süre duymadı, görmedi ve konuşmadı. İran basınının verdiklerini ise, kendini kurtarma propagandası olarak algılıyordu; ta ki Ramazan Öztürk “Baba kucağındaki çocuk” fotoğrafını ve diğerlerini dünya basınına duyuruncaya kadar. Çocuk yaşlı babasının kucağında, ikisi beraber evin eşiğine yıkılıvermişlerdi. Öztürk, gördüğü manzara karşısında şunları diyordu : “Her taraf, sokaklar ceset doluydu. Çoğu da yaşlı, kadın ve çocuklardı. Halepçe de her şey bina, duvar, taşlar yerli yerinde, hiç bir şey zarar görmemişti, canlılar dışında! Şehrin dışındaki boş tarlalarda ot yerine insan bedenleri biçilmişti. Açıkhava mezarlığında, çocuklar annelerine sarılmış, insanlar birbirine sokulmuş, korkunç ölüme öylece teslim olmuşlardı. Kimi gruplar da dere kenarı veya suyun içine yığılmışlardı. Bunlar da vücuduna yapışmış hardal gazı ıslaklığını suyla gidermeye çalışırlarken ölenlerdi.`` Halepçe`de yedi kızdan sonra doğan oğluna sarılarak evinin eşiğinde can veren Ömer Hawar, şehir dışına kaçmayı denemiş ama ecel zehri, onu ve masumunu evinin eşiğine yıkmıştı. O, Kürt katliam tarihinin; Dersim`in, Palu`nun, Zilan`ın, Mahabad`ın, Barzan`ın… Kuyucu Paşa`nın en son ve somut belgesiydi. Dünya, mazlum belgeler için okuma yazma hatta düşünme kabiliyetini geliştiremediği için, yani beyni yerine gözü ile düşündüğünden, tek görsel ve yazılı belge olarak Ömer Hawar manzarası gelişmişti. Mazlumiyetin sembolü, bir mazmundu. Adeta ‘Alın size, tükürün halkı alçakça vuran darbelere/Tükürün onlara alkış tutan kahpelere` dercesine. Zaten adındaki kelimelerden de mesajını vermiştir. Hawar ise imdat anlamına gelmekteydi. Ancak kimseler koşmamıştı imdadına.

Süleymaniye Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Baban, uluslararası yayımladığı (Experimen In Evil) makalesinde; ‘Buradaki özürlü doğumların, Hiroşima ve Nagazaki`ye oranla 4-5 kat daha fazla olduğunu` belirtiyordu. Buna rağmen Amerika, orada olanların aksini savunarak; ‘zayıflatılmış uranyum mermilerinin` kullanılabileceğini savunmaktaydı. Kanımızca gerekçesi, karşı cephenin İran; ölenlerin ise ‘Kuzey Iraklı` ya da, daha ‘Kürt` bile olamamış ‘Kürt kökenli vatandaşlar(ımız)` olmasıydı(?!). Saddam ise Batılıların, Ortadoğu nimetlerine konmak için idam sehpasına hazırladıkları bir yaratık; yok ettiği adaleti, idam sehpasında arayan Ehrimen gibi bir şey(!)

Amerika, kimyasal gazı İran attı dese de Irak Yüksek Ceza mahkemesi 01.03.2010`daki kararıyla yapılanlara ‘Soykırım` dedi. Saddam Halepçe`de soykırım ve Duceyl Davası`ndan 05.11.2006`da idam edildi. Kimyasal Ali ve diğerleri de aynı akıbeti paylaştı. Fakat değişmeyen tek şey; Halepçe hala mazlum çünkü hala garib, tıpkı İslam gibi. Ne mutlu o gariblere..! Rabb`im rahmet eylesin.

Şerif EMİN / doğruhaber
Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar