Çoğu kez “zaman” ile ilgili olumsuz cümleler kurar, haksız yargılarda bulunuruz. “Ne kötü zamana kaldık” “Aman şu zaman çok fena, dikkat edin” ve daha birçok olumsuzlukları zamana yükleyen ifadeleri farkında olmadan kullanırız. Bu tür ifadeler sıkça tekrarlandığı ve ta çocukluk dönemlerimizden beri hep kulağımızda yankılayıp durduğu için bizim de dilimize yerleşmiş.
İnsanoğlu karşılaştığı, yaşadığı işlerin olumsuz, kötü sonuçlarını başkalarına yüklemeye meyillidir. Gerek şahsi, gerek toplumsal olaylarda yaşanan olumsuzlukların gerçek sebeplerini bulup onları gidermek zor; ama suçlu aramayıp bulmak ise kolay bir şeydir. Zira insanın tabiatında daima kolay olanı tercih etmek vardır.
Bugün onca bilimsel ilerleme, teknik ve teknolojik vasıtaların hayata sağladığı kolaylığa rağmen insanlar, her zamankisinden çok daha mutsuz ve hayatlarından şikayetçidirler. İnsan, çevresinde olup bitenin nereden kaynaklandığı, neden şöyle veya böyle sonuçlandığını fark edemeyince, bu konu üzerinde durup düşünmeyince suçluyu hep dışarda, uzakta aramaya devam edecektir. Oysa insanı kuşatan her şey ona hizmet etmek için var edilmiş ve bu amacı gerçekleştirmeye müsait bir şekilde yaratılmıştır. O halde suçlu zaman veya mekan değil, zamanı ve mekanı kirleten bakış açıları ve onların sonucunda ortaya çıkan eylem ve davranışlarımızdır. Hasılı suçlu biz insanlarız. Çevremiz ve hizmetimize sunulan eşya ile kurduğumuz yanlış ilişkiler bizi bu kötü sonuçlara götürmektedir. İşte ilâhi mesajların ve gönderilmiş peygamberlerin asli amacı, insanları bu yanlıştan kurtarmaktır. Kur’an’ın ifadesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır.
İnsan kendini hatalı ve suçlu görmek istemediği gibi bazen de nefsini o kadar yüceltir ki onu tanrı seviyesine çıkarır. Kur’an bu hakikati de şöyle dile getirir: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü?” (Furkan,43)
Şair de bu noktaya dikkat çekmek için şöyle der:
Kişiye her işi âla görünür
Kuzguna yavrusu anka görünür
(Fuzuli)
Evet, insan, eline geçen her şeyi sadece kendi çıkarı için kullanma bencilliğine düşünce olanlar oluyor. Şu dönemde insanın bu bencilliği tehlikeli bir boyuta ulaşmış. İnsanlıkla beraber bütün bir çevre ve canlı dünyanın yok olma tehlikesi ortaya çıkmıştır. İlâhi mesajın ifadesiyle “ İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu..” (Rum,41)
İnsanlar şu dönemde Allah’a inandıklarını söylemelerine, Ona el açıp dua etmelerine rağmen edindikleri putlarına da boyun eğiyorlar. Kur’an bu olguya “şirk” adını verir ve bunu en tehlikeli inanç kabul eder. Müşrik, Allah’ı tanımayan değil, varlığını ikrar ile beraber put edindiklerini ona ortak koşan kişidir. Bugün Allah’ın varlığını ikrar ile beraber en çok tapınılan menfaat, çıkar putudur. Devleti yönetenler bu saik ile yolsuzluk ve hırsızlık yapıyorlar. Kimi din adamları veya görevlileri, din kisvesi altında çıkar peşinde koşabiliyor. Dini hakikatlerin içi boşaltıyor onu kullanılmaya müsait bir forma dönüştürebiliyorlar. Parayı ve gücü elinde bulunduranlar da halkı insafsızca sömürüyorlar. Bütün bu haksızlık, çarpıtma, sömürme ve aldatmaların temelinde bencillik putu vardır.
Bir de bütün olumsuzlukların sorumlusu olarak kaderi, dolayısıyla yüce yaradanı görme anlayışı vardır ki İslam tarihinde buna Cebriyye veya Kaderiyye (Fatalizm) denmiştir. Bunların bahsini başka bir yazıya bırakalım ve konumuzu şu ayet ve Hz Pir’in(ra) bu ayetin tefsiri mahiyetindeki sözleriyle noktalayalım: “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir”. (Nisa,79)
“Ay doğmuyorsa yüzüne,
Güneş vurmuyorsa pencerene,
Kabahati ne güneşte ara ne de ayda ara.
Gözlerindeki perdeyi arala!”