Said Çınar

Şam-Beyrut Hattında Suudi-Amerika`nın Yeni Atılımı

18.11.2017 09:30:00 / Said Çınar

Neredeyse günün her saatinde farklı gerginliklerin birbirleriyle yarıştırıldığı Ortadoğu sahasında yaşanan olaylar adeta bir zincirin halkaları gibi bağlantılı şekilde cereyan etmektedir. Farklı ülkeleri ilgilendirse de yaşanan seri gerginlikleri birbirinden ayrı okumak, büyük resmi gözden kaçırmak anlamına gelmektedir.

Küresel ittifakların bölgesel ittifaklarla yer değiştirdiği tezi artık tüm stratejistler açısından üzerinde ittifak edilen bir olgu halini almıştır. Yürürlükteki pratik uygulamalar da zaten bu durumu teyid etmeye yetmektedir. Kaldı ki Ortadoğu sahasında yaşananlar zaten bu gerçeği başlı başına ispat etmeye yeterdir.

Uzun zamandır Irak`ı ve Arap Baharı`nın bakiyesi durumundaki Suriye`yi, kısmen de Yemen`i konuşurken bir ara gözler Katar`a çevrildi. Ancak Saad Hariri`nin istifası ve “Yol temizliğini” markajına alan Riyad`dan yükselen savaş tamtamları bir anda tüm gözleri Suudi-Lübnan hattına çevirmeye başladı.

Lübnan, bölgesel güç ittifakları açısından kritik önemde bir yerdir, ama Ortadoğu zincirinin halkalarından sadece bir halka olduğunu unutmamak lazım. Suudi`nin Hariri`yi rehin alıp israil`le birlikte Hizbullah`a dönük savaş tamtamları çalması bir anda Suudiler Hizbullah`a savaş açar mı, israil ne zaman saldıracak gibi değerlendirmeleri beraberinde getirdi.

Evvela şunu belirtmek gerek; Suudi`nin tek başına Hizbullah`a saldırması imkanı neredeyse yok gibi. Ne imkanı, ne de kapasitesi buna elverişli değil. Hele ki Yemen örneği ortada dururken.

İsrail`in, Suud`un sunduğu rüşvetten etkilenerek bir saldırı başlatması, genel manada 2006 örneğindeki gibi mümkün görünse de bunun şimdilik israil açısından çok da arzulanacak bir durum olmadığı kanaati oldukça yaygındır. Neticede israil 2006 şartlarına oranla daha avantajlı bir konumda değilken; Hizbullah, techizat ve imkan bakımından o günkü şartlara göre çok daha ileri seviyelerdedir. Yine de her iki tarafın birbirlerini “beka sorunu” olarak görmeleri ve hazırlıklarını bu yönde yapmaları, meçhul/mustakbel bir tarihte patlak verecek bir savaşa kapı aralamaktadır. Dolayısıyla yeni bunalım mevzusunda Suudi-Hizbullah gerginliğini salt Lübnan özeline has kılmak, bölgesel ittifaklar arası çatışmacı rekabetin çerçevesini daraltmak anlamına gelecektir.

Bugün Ortadoğu`da iki bölgesel ittifakın kıran kırana bir mücadelesi söz konusudur. Ki bunlar başını İran`ın çektiği ittifak ile başını Suudi-israil`in çektiği ABD destekli ittifaktır. Süren mücadelenin şekli ise deyim yerindeyse “Hattı müdafaa” değil, “Sathı müdafaa”dır ve o satıh bütün Ortadoğu`dur.

O halde bu meseleyi daha geniş bir perspektifle ve diğer çevresel etkenlerle birlikte değerlendirmek gerekecektir. Bunun için son süreçte farklı gibi görünmesine karşın aslında birbirleriyle doğrudan ya da dolaylı bağlantılı hadiselerle birlikte ele almak gerekecektir. Kanaatim odur ki, dananın kuyruğunun kopacağı asıl nokta yine Suriye sahası olacaktır.

Hedef Lübnan mı, Suriye mi?!

Suudi`nin son hamlesiyle Lübnan ön plana çıkarken bunun Suriye ile ilgili yeni gelişmelere tekabül etmesi rastlantı mıdır?

Maddeler halinde sıralayalım:

1 - Riyad`dan fitili ateşlenen Lübnan`ın istikrarsızlaştırılması hamlesi, doğal olarak Hizbullah`ı tedbir almaya sevk etmiştir. Bu doğrultuda Hizbullah`ın Suriye`de savaşan 25 bin savaşçısını tedbir amaçlı Lübnan`a geri çağırdığı haberleri, Suudi hamlesinin Suriye bağlantısını ele veren ilk veri olmuştur.

2 - Suudi`nin yaptığı Lübnan hamlesi hala gündemdeki sıcaklığını korurken ABD kongresinin gündeminde yer alan ve Haşdi Şabi içerisindeki Nuceba hareketini hedef alan karar tasarısı Suudi`nin Lübnan/Hizbullah hamlesinden bağımsız olmadığı gibi, doğrudan Suriye`deki gelişmeleri hedef almaktadır. İran menşeli Tasnim ajansında konuyla ilgili yer alan habere bakalım:

“ABD Kongresi; Nuceba Hareketi aleyhinde suçlamalarda bulunarak, kararın onaylanmasının ardından 90 günlük bir dönemde Başkanlığın, İslami Direniş Hareketi Nuceba ve bu hareketle bağlantılı yabancı uyruklu yetkililer ve isimlere yönelik belirlenen yaptırımları uygulamakla görevlendirileceğini duyurdu.

Kongre'nin sitesinde yer alan raporda, Kongre'nin yaptığı araştırma sonucu Nuceba'nın eğitim, bütçe ve silahını İran Devrim Muhafızları ve Kudüs Gücü tarafından verildiği ve Lübnan Hizbullah'ının da bu güçlere eğitim ve danışmanlık hizmetleri verdiği kanaatine vardığı ifade edilmiştir.

Raporda ayrıca; Nuceba'nın Esad yönetimine destek için Suriye'ye güç konuşlandırdığı ifade edildi.”

Kaldı ki Nuceba, halihazırda ABD`nin “Terör listesi”nde bulunmaktadır.

3 – Haşdi Şabi`nin bileşenlerinden birisi olmasına karşın neden bir bütün olarak Haşdi Şabi değil de sadece Nuceba hedeftedir?

Mart 2017`de hareketin sözcüsü Haşim Musevi`nin Tahran`da düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklama, sanırım bu konuya ışık tutacaktır. Haşim Musevi; hareketin, Suriye`nin Golan topraklarını İsrail işgalinden kurtarma hedefiyle yüksek düzeyde eğitilmiş bir kolordu teşkil ettiklerini ilan ederek, teşkil edilen kolordunun dakik planlar hazırladığını, özel eğitim alan mücahidlerin de gelişmiş silahlara sahip olduklarını söyledi. Musevi, Suriye hükümetinin izin vermesi halinde harekete geçmeye hazır olduklarını da sözlerine ekledi.

İran-Hizbullah bloğunun Lübnan`dan sonra Golan bölgesinde de israil`e karşı bir cephe açma çabası bilinmektedir ve bu noktada önemli hazırlıklar da yapılmıştır. Suud`la beraber israil`in bu denli zıplamasının nedenlerinden birisi de budur.

Sadece bu da değil. Nuceba, Irak merkezli bir hareket olmasına karşın Suriye`deki çatışmalarda en az Hizbullah kadar işlev görmüştür. Halep`in geri alınmasından ABD`nin YPG üzerinden uygulamak istediği Güney Suriye planının akamete uğratılmasına kadar birçok kritik gelişmede Nuceba sonuç alıcı aktif roller üstlenmiş, her defasında Suriye`ye binlerce militan sevk ederek gidişatta en az Hizbullah kadar etkili roller icra etmiştir. Savaş cephelerini dolaşırken görüntüleri yayınlanan Kasım Süleymani`nin yanında genellikle Nuceba`nın üst düzey yetkililerinin yer alması dikkat çekicidir.

Ortadoğu genelinde ABD`yi bir bütün olarak tehdit eden hareket olarak da hep Nuceba ismi ön plana çıkmıştır. Son olarak İran`dan yükselen “Rakka`yı ABD ve SDG`ye bırakmayacakları” tehdidinde de büyük ihtimalle dikkatler bu yapı üzerine yoğunlaşacaktır.

Suudi`nin yeni hamlesiyle Hizbullah`ın Suriye`deki on binlerce militanını geri çekeceği konuşulurken bu alanda oluşacak boşluk ve Nuceba`nın da “Terör listesi”ne alınması ile ilgili yeni Kongre girişimi birlikte ele alındığında odak noktanın Suriye olduğu açığa çıkmaktadır. Suriye`de saha üstünlüğünün Şam lehine değişime uğramasında Hizbullah, Nuceba ve İran bağlantılı benzer yapıların çok etkili rolleri bulunmaktadır. Lübnan gerginliğiyle Hizbullah, Nuceba karşıtı girişimlerle Güney Suriye`deki etkili milis güçlerin pozisyonları etkilenerek alanda boşluklar oluşturulması planlanmaktadır.

4 - Bu dönemde Suudili analistlerin Ortadoğu`da İran`ı dengelemek için başvurulması gereken en iyi yöntem olarak sahada yerel gruplar oluşturup desteklemek şeklinde çıkarımlarda bulunmaktadır. Bir nevi İran stratejisinin klonlanması olarak değerlendirebileceğimiz bu yöntem, belki de Rakka`nın ilk çatışma evresinden sonra “Devir-Teslim usulü” ile el değiştirmesi ve YPG`nin zafer şovundan sonra ABD`li yetkililerle beraber Suudi Körfez Bakanı Semir Sahban`ın Rakka ziyaretleri ilginç gelişmelerdendir. 

5 – Nisan ayında Han Şeyhun`a yapılan kimyasal saldırıdan sonra tarafların birbirlerini suçlaması bir yana, BM adına oluşturulan araştırma heyetinin hazırladığı rapor bu süreçte sonuçlandırılmıştır. Ancak Trump yönetimi, yeni bir karar tasarısı olarak kimyasal araştırmalarının sil baştan yapılarak soruşturmanın yenilenmesi çağrıları söz konusudur. Bu konuda Trump`un “Soruşturmanın yenilenmesi” çağrısı ve Esad yönetimine yönelik sert twitleri hala tazeliğini korumaktadır.

6 – BBC`nin hafta içerisinde geniş yankı uyandıran ABD/YPG-IŞİD anlaşmasını görüntüleriyle beraber servis ettiği haberi, son sürecin manevra ruhuna uyumlu görünmektedir. Haberin özetini 14 Kasım tarihli BBC`nin kendi haberinin giriş bölümünden okuyalım: “BBC'nin özel araştırması, 250 IŞİD militanı ve ailelerinin, ABD-İngiltere öncülüğündeki koalisyon ile Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) ortak operasyonuyla Rakka'dan güvenli bir şekilde tahliye edildiğini ortaya koydu.

BBC muhabirleri Quentin Sommerville ve Riam Dalati'nin haberine göre tahliyeler, Halk Savunma Birlikleri'nin (YPG) ana gövdesini oluşturduğu ABD destekli SDG'nin, Rakka'yı IŞİD'in elinden aldığı geçen ay gerçekleşti.

Tahliye edilen IŞİD'liler arasında, örgütün önde gelen militanlarının yanı sıra çok sayıda yabancı savaşçı da vardı.

7 – BBC haberini, Sputnik`teki Rusya Savunma Bakanlığı kaynaklı şu haberle birlikte değerlendirmekte yarar var:

“Rusya Savunma Bakanlığı, Suriye`deki Rusya grubu komutanlarının ABD öncülüğündeki koalisyona Fırat Nehri`nin doğu kıyısındaki IŞİD konvoylarının imha edilmesi için ortak harekete geçmeyi iki kez önerdiklerini bildirmişti.

Bakanlığın açıklamasında ayrıca ABD`nin Ebu Kemal`den çekilen IŞİD birliklerine, Cenevre Anlaşması`na atıfta bulunarak saldırı düzenlemeyi reddettiği, ancak IŞİD militanlarının koalisyonun kontrolündeki bölgede Ebu Kemal`deki Suriye ordusuna saldırmak için niçin hazırlık yaptığı sorusuna yanıt veremediği kaydedildi.”

Suud`un tetiklediği Lübnan kriziyle Hizbulah`ın savaşçı güçlerini Lübnan`a kaydırma girişimini, ABD`nin YPG ısrarı ve şüpheli IŞİD politikasını, Golan`daki hareketliliğiyle beraber Güney Suriye`deki etkinliğiyle bilinen Nuceba`ya karşı yeni arayışını ve Suudi`nin Suriye politikasında yaşadığı hezimetin oluşturduğu karın ağrılarını bir arada düşündüğümüzde tüm okların aslında hala Suriye`ye yönelmiş durumda olduğunu göstermeye yetmektedir. 

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar