Yeni seçilen Amerikan başkanlarının ilk dış seyahatleri hep “anlamlı” olmuştur. Bu “anlam”, Amerikan politikalarının gözeteceği öncelikler açısından önemlidir ve stratejistlerin/yorumcuların dikkatini hep çekmiştir.
Trump`un ilk yurt dışı ziyaretini israil`e, ardından da Suudi Arabistan`a yapacağı söyleniyordu. Ancak yapılan son açıklamalar, ziyaret konaklarının değil, sıralamanın değiştiğini gösterdi. Önce Suudi, ardından da İsrail!
Ziyaret bu açıdan önemli midir? Evet!
İsrail eksenli yeni bölgesel politik vizyonla bire bir örtüşüyor mu? Evet!
Yine de Trump, kimi Amerikan çevrelerinin eleştirilerine maruz kaldı. Eleştirenlere göre öncelik İsrail olmalıydı.
Trump`a yakın çevrelerin eleştirilere verdikleri cevaplar ise hayli manidar!
Trump'ın Suudi Arabistan'ın ardından İsrail'e gideceğini ve bunun gerek İsrail açısından gerekse Ortadoğu açısından çok önemli bir anlamı olduğunu ifade eden Trumpçular, şu izahatlarda bulunuyorlar:
Trump'un Suudi Arabistan'da görüşeceği konular, İsrail'deki yetkililerle görüşeceği konulardan bağımsız değildir. Her iki ziyarette de Araplar ile İsrailliler arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi konusu görüşülecek, İran'a karşı atılacak adımların netleştirilmesi meselesi masaya yatırılacak!
Siyonist basında konuyla ilgili yapılan analizlerde de Trump'ın ilk ziyaret taslağında yaptığı “nuans değişikliğiyle” ilgili yorumlar yapılıyor. İlk olarak İsrail'e gitmesi beklenirken programına öncelik olarak Suudi Arabistan'ı eklemesinin garipsenecek bir yönünün olmadığına vurgular yapılırken sıralanan gerekçeler, Trump`un çevresinden yapılan gerekçelerle aynı. Trump'un Suudi Arabistan ile İran meselesini ve İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi meselesini görüşeceğini, böylece Trump'un doğru olanı yaptığını öne sürmektedirler.
Ortadoğu`da Müslümanlar açısından şu anda yaşanan dramatik sürecin tetiklemesi “Arap Baharı” üzerinden start almıştı. “Arap Baharı” öncesinde bu kez Obama yönetimi geleceğe dönük pembe tablolar çizmiş, çizilen tablonun parlayan yıldızı olarak da Türkiye`ye müthiş bir rol modellik biçilmişti. Öyle ki Obama aşiretine duyduğu aşırı güvenin etkisiyle dönemin sabık başbakanı, “Bizden habersiz Ortadoğu`da yaprak bile kımıldamaz” mertebesine sıçrayıvermişti.
Sonrası malum!.. Yaşanan süreç; İsrail hariç, Ortadoğu`nun tümünü hallaç pamuğuna çevirdi. Sürecin “Kutup yıldızı” olmaya aday Türkiye`de 17/25 Aralık ile başlayıp 15 Temmuz ile devam eden ve hala netleşmeyen tablo, “Bizden habersiz yaprak kımıldayamaz” hoyratlığının sürpriz olmayan sonucuydu.
Şu an yaşanan bölgesel dramatik süreç artık yeni bir tetikleme ile yeni bir evreye dönüşmek üzere.
“Arap Baharı`nın” parolası “Demokratikleşme” iken, yeni sürecin parolası ise “İran tehlikesi” olarak belirmiştir.
“Bahar`ın rol modeli” Türkiye iken, “İran tehlikesinin” rol modeli Suudi Arabistan olmuştur.
Hiç kuşkunuz olmasın;
Nasıl ki “Arap Baharı” ile Batı`nın kadim politikası olarak nam salan “İsrail için tehdit oluşturabilecek ülkelerin parçalanması” hedeflendiyse ve bu hedef fiili anlamda gerçekleştirildiyse, “İran tehlikesi” süreciyle belirlenen hedef de İsrail menfaatlerinden kopuk değildir.
“Bahar” ile ülkeler parçalandı, İslam dünyasının iç dinamikleri birbirlerine düşürüldü. “İran tehlikesi” ile bu kez yaşanan parçalanmışlık durumunu kalıcılaştırma, israil`in etki alanını genişletme, yayılmacılığını kalıcılaştırma planları yürütülmektedir.
Türkiye, “Bahar`ın” yükünü sırtlarken geleceğe dönük çok büyük umutları vardı. Ancak umutların tümü hayal kırıklığıyla sonuçlandı.
Bu kez de Suudi hanedanı çapını aşan pembe hayallerle yeni sürecin yükünü sırtlamaya soyunmuş durumdadır ve günün sonunda yaşayacağı hayal kırıklığı Türkiye`ninkinden çok daha büyük olacaktır.
Türkiye, en azından maruz kaldığı hamlelere karşı kendini korumaya alabildi. Ancak Suud hanedanının sadece kendi iç dinamiklerine dayanarak kendini korumaya alacak ne kapasitesi, ne de yeteneği bulunmamaktadır.
Gün gelir de hazırda bekletilen “Taht kavgalarının” startı verilirse, Suudi`nin kaça bölünebileceğini görür, beş parçaya bölünmüş Suudi haritasını yeniden hatırlarsınız.
“Arap Baharı” ne derece “Demokratikleşme” hedefliyor idiyse, “İran Tehlikesi” üzerinden hedeflenen “bölgesel barış” da o derecededir.