Yasin Börü davası olarak bildiğimiz yargılama süreci, davaya müdahil olan hiç kimseyi bugüne kadar tatmin edebilmiş değildir.
Ne kurbanların ailelerini, ne müdahil avukatları, ne de destek olmak için davayı yerinde takip eden STK ve siyasi şahsiyetlerini…
Açıklamalardan anlaşılan ortak nokta; Yargılamanın klasik bir düzlemde sürdüğü, yargılanması gereken asıl önemli odakların/aktörlerin üzerinin bilinçlice örtüldüğü gerçeğidir.
6-8 Ekim vahşet kalkışmasına konu olan, davada azmettirici olarak ilk akla gelenlerin HDP`nin sorunlu sorumluları olduğunu bilmeyen yok. Ki azmettiricilin kameralar önünde gerçekleştiği gerçeği herkesin malumu iken bu azmettiricilerin soruşturmaya bir türlü dâhil edilememiş olması, meseleyi salt HDPKK özelinde okumamızı artık yetersiz ve gereksiz kılmaktadır.
Mesela şunu hep merak etmişimdir; “Çözüm sürecinde” azmettirici olarak bildiğimiz malum HDP`lilerin yargılamaya tabi tutulmamasını anlamak mümkündü. Lakin süreç yıkıma evrilirken ve o azmettiriciler yıkımın da azmettiricileri olarak resmi makamlar nezdinde de hedef haline gelirlerken neden hala azmettirici olarak yargılanmaları önündeki engeller kaldırılmadı?
Bunu anlamak için;
6-8 Ekim vahşet kalkışmasını, gerçekleştiği kirli siyasal zemin üzerinden okumak gerekir.
Bu dönemde “Çözüm süreci” adı altında rayından çıkarılan ilişki ve davranış biçimleriyle bağlantılı olarak dönemin “Çözüm ekibini” ve geldikleri nokta itibariyle devletten/Cumhurbaşkanı`ndan bile zılgıt yiyecek bir noktaya gelmeleri üzerinden okumak gerekmektedir.
Vahşetin çapı belliydi. Azmettiriciler de belliydi. Oysa büyük bir kabahat daha vardı; Olayların çapı devlet tarafından önceden bilinmesine, istihbaratının alınmış olmasına rağmen bunu önleyici bir tavır sergilemek yerine kolluk kuvvetlerinin dört duvar arasına geçip uzaktan izleyen liboş STK moduna geçmiş olmasıdır.
Dönemin mülki amirlerinin halkın aklıyla alay etmek pahasına “Polisimiz sokaklara çıksaydı şehit verirdik” türü hezeyan dolu açıklamaları hala kulaklarda çınlamaktadır.
Şunu da merak etmeyelim mi yani?
Üstten, merkezden, yani Ankara`dan gelen talimatlar olmadan yereldeki mülki amirler, taşkınlıklara ve vahşete gebe bir kalkışmaya karşı sokakları boşaltma kararını kişisel insiyatifle alabilirler miydi?
“Alo 155”, ne haliniz varsa görün dercesine arayanlarla dalga geçebilir miydi?
Görünürde “Kobani düştü düşecek” sözüne isyan odaklı başlatılıp vahşete dönüştürülen bu denli bir kalkışmada neden hedef sadece bir noktaya kilitleniyordu ki?
O noktanın da İmralı ekibince “Atom karıncadan” naklen “Serok`a” taşınan “Artık ayak bağı olmaya başladı” denilen Hüda Par ve yakın kurumlar olması, azmettiriciliği salt HDPKK ve azman sözcülerinin tahrikleriyle izah etmeye imkân verebilir mi?
Hülasa;
Azmettiriciler bilinmesine rağmen kimse “azmettirici” olarak dava dosyasına konu olmadı, olmuyor, belki hiç olmayacaklar da!
Çünkü görünürdeki azmettiriciler devletin içine doğru uzanan azmettirici zincirinin halkalarından sadece bir tanesidir.
Diğer halkaları merak ediyorsanız, küçük ölçekli bir yol haritası sunmak mümkün;
Cizre`den yola çıkın,
Ankara`daki “Danışmanlara” el sallayıp yolunuza devam edin.
Sonra İstanbul`a, hasseten Dolmabahçe Sarayı`na uğrayın,
“Protokol” heyetine “nasılsınız” deyip bitişiğindeki sahile inin.
Denize kulak kabartın,
“Pelikanların” sesi size bir fikir verecektir!