İslam dünyasının “Müşterek” iç sorunları olduğu gibi, “müşterek” dış sorunları da vardır. İç sorunların azı gerçek, çoğu yapay sorunlardır; oysa dış sorunlar yüzde yüz gerçektir.
İslam dünyasında etkili olan aktörler arasındaki sorunlar, herhangi bir aktörün kendi içinde yaşadığı kendi iç sorunlarından daha büyük, daha gerçekçi değildir. Kimisi kendi içerisinde sosyal adaletin zerresini gerçekleştirememiş, kimisi kuruluş felsefesinden kaynaklı etnik sorunlarını halledememiş, kimisi tarihsel arka plana sahip mezhebi saplantılarının üstesinden gelememiş, kimisi kendi tebaasına dahi mutlu bir gelecek vaat edecek herhangi bir yönetim modeli ortaya koyamamıştır. Hatta daha da vahimi, “Müslüman ülke” sıfatıyla anılmalarına rağmen birçok ülke/aktör hala “İslam” ile dahi sorunlarını çözebilmiş değildir.
Buna bağlı olarak bölgesel güç olma çabasındaki hiçbir ülke/aktör, çevresine güven verecek tarzda, umut ışığı sayılabilecek bir model oluşturamadığı gibi, her aktör/ülke, rekabet içerisine girdiği yanı başındaki diğer aktörün/aktörlerin iç sorunlarını kaşıyarak üstünlüğünü tesis etme çabasına girişebilmektedir. Bu durum İslam dünyasının genelinin yaşadığı sorunlardır ve tüm bunlar İslam dünyasının acı gerçekleri olarak karşımızda durmaktadır.
Bir de dışarıdan İslam dünyasına dayatılan sorunlar vardır ki, bu tür dış kaynaklı dayatmaların oluşturduğu daha büyük sorunlar, büyük travmalara yol açmaktadır.
Ortadoğu denen daracık coğrafya, İslam dünyasının neredeyse tüm etkin aktörlerine ev sahibi yapmaktadır. Daracık alana “koç sürüsünün” bu denli sıkışmış olması, ister istemez manevra sahasını da daraltmakta, bu da bir takım sorunları beraberinde getirmektedir. Ancak dar alana ve koç sürüsünün içerisine yırtıcı hayvanların salınması, sorunların, içinden çıkılamaz bir hal almasına sebep olmaktadır.
Dar bölgeye salınan yırtıcı hayvanlar söz konusu olunca ister istemez israil denen terör üssü ilk sırada yer almaktadır. Yıkım ve katliamlara yol açan işgaller ve beraberinde getirdiği çatışmaların Ortadoğu`ya bu denli dayatılmasının elbette birden fazla sebepleri bulunmaktadır. Ancak bölge dışı güçlerce bölge üzerine yürütülen genel politikaların ana mihverinin israil denen terör üssünün maslahat ve yayılmacılığına endeksli olduğunu asla göz ardı edemeyiz.
Bölge dışı güçler için israil dokunulmazdır, bunların nezdinde kabul görmek için israil ile “iyi ilişkiler” içerisinde olmak esastır. İsrail ile göstermelik politik manevralar kabilinden olsa bile ters düşmek, rest çekmek bölge dışı güçler açısından bedel ödetmeyi gerektirmektedir. Aslında bu durum şu gerçeği de ifşa etmektedir. Müslüman halklar arasında imajın ne kadar kötü olsa da, oklarını her hangi bir bölge içi aktör yerine israil`e çevirirsen bu durum kabul görüyor, alkışlanıyor
Açıkçası bölgenin ve tabii ki Müslüman halkların maslahatı ile israil`in maslahatı arasında daima ters bir orantı mevcuttur. İsrail`in maslahatları gözetildiği zaman Müslüman halkların maslahatı uçup gitmektedir. Müslüman halkların hüznünün başladığı noktada israil`in mutluluğu devreye girer; Müslümanların mutluluğunun başladığı noktada ise israil için hüzün devreye girer.
Ortadoğu`da şu an yaşanan kaos öncesi durumu azıcık hatırlayalım. Yayılmacı emeller üzerine kurulu israil, kuruluşundan beri ilk defa sıkışmışlığın, umutsuzluğun, askeri açıdan yenilginin dayattığı çaresizlikle yüz yüze kalmıştı.
Lübnan`a yaptığı devasa saldırıdan ilk defa eli boş döndü, bir avuç Gazzeli karşısında ilk defa çaresizlik içerisinde kaldı. Yapılan tüm yorum ve analizler israil`in çaresizliği üzerine kurulmaya başlanmıştı.
İşte bu durum, bölge dışı güçlerin kırmızı çizgisiydi ve israil`i kurtarma harekatı diyebileceğimiz çok komplike bir operasyona yönelmeleri gerekmekteydi. Nitekim bugün bölgesel bazda yaşanan trajedi, aslında israil`i kurtarma operasyonunun tipik bir yansıması niteliğindedir. İran, Türkiye, Arap ülkeleri, Şiiler, Sünniler vs. israil`le uğraşacaklarına birbirleriyle uğraşmalıydılar!
Bölgesel düzeyde kabul görmeye başlayan kötülüğün sembolü israil değil; Türk, Kürt, Arap, Fars olmalıydı.
En yıkıcı, en zalim ideoloji Siyonizm değil; Şii ve Sünni mezhepleri olmalıydı!
En zalim, en katil gruplar kippacılar, borazancılar değil; Sarıklılar, sakallılar olmalıydı!
İşte acı olsa da bugün yüzleşmek zorunda kaldığımız tablo tam da budur.
Acı mı? Acı!
Gerçek mi? Evet, gerçek!