Said Çınar

ABD, Ortadoğu İçin Nasıl Bir Gelecek Hazırlıyor?

25.10.2016 14:14:00 / Said Çınar

Kara düzen şeklinde tabir edebileceğimiz “Sykes-Picot projesinin” miadını doldurması, ABD`yi Ortadoğu`da yeni bir dizayn projesine sevk ettiği noktasında neredeyse herkes hemfikir.

Sykes-Picot ikilisinin adıyla anılan eski düzen; gelişen şartlara, değişen konumlara, konjonktürel değerlendirmelere, önem sıralaması değişen sosyo-ekonomik koşullara cevap veremez bir hal almıştı. Neticede eski düzen eskimiş, yüzyıllık mazisiyle işlerliğini büyük oranda kaybetmişti. İşlerliğini kaybetmesi sadece küresel sömürü düzeninin arzularını yeterince karşılayamamasıyla ilgili değildi. Aynı zamanda bölgede baş gösteren uyanış hareketleri ve bölge halklarından yükselen farklı talepleri karşılayamamasıyla da doğrudan ilgiliydi.

Globalleşen dünya, artan iletişim olanakları, kapalı toplum çemberinin yarılarak her şeyden haberdar olan, her şeyi artık çıplak gözlerle görebilen açık toplum modellerinin oluşmaya başlaması ve bu durumun beraberinde getirdiği toplumsal itirazlar, kara düzenin artık ihtiyaçlara cevap verememesinin en açık göstergeleriydi.

Eski düzen, eşkıyalık mantığı üzerine kuruluydu. Ancak modernleşme rüzgârları toplumları eşkıyalığa karşı itiraza sevk ederken, aynı zamanda batılı eşkıyalar için de yeni bir yöntem, farklı bir tarz zaruri bir hal almıştı. Madem modernleşme çağında yaşıyorduk, o halde eşkıyalığın da artık modern bir çehreye bürünme ihtiyacı hâsıl olmaktaydı.

Ortadoğu halkları uzun yılların oluşturduğu bir öfke birikimine sahipti. Batı`nın dizayn girişimi için kullandığı ilk metot, işgal harekatıydı. Ancak asırlık öfke birikimi, işgal politikalarıyla herhangi bir dizaynın olanaksız olacağını Amerika ve tüm Batılı dostlarına göstermişti.

İşgal hevesi, öngörülen netice itibariyle Amerika ve Batılı dostlarının ilk hamle heveslerini kursaklarında bırakmıştı. Ancak şunu keşfetmelerine de yardımcı olmuştu: Kabaran öfkenin şiddeti…

Bu keşif, aynı zamanda Amerika ve Batı için izleyecekleri yeni yöntemin nasıl olabileceğini de öğretmişti. Kabaran bir öfke vardı ve bu öfke büyük bir sosyal-siyasal patlamanın eşiğinde bulunuyordu. O halde bu öfke birikimini yönetmek ve bu yolla dizayna giden sürece kapı aralamak Batı için en mantıklı yöntem olmalıydı!

Böylece Batı, öfkenin hedefi olmadan, ama gittikçe kabaran bu öfke dalgasını bir şekilde tetikleyerek büyük kazanımlar elde edebilirdi. Nitekim şu anda sıcak çatışma bölgelerinde yaşanan ve etkisi Ortadoğu`nun sınırlarını da aşan ayrıştırma, çekiştirme, çatıştırma politikası, Amerika ve Batı`nın öfke yönetimi konusunda ne denli maharetler sergilediğini ortaya koymaktadır.

Yaşanan karamsar tablo, Ortadoğu`daki Müslüman halklar nezdinde “kaos” olarak değerlendirilse de, aslında bu durum Batı için kaos değil, dizayn yolunda önemli bir kilometre taşı niteliğindedir.

Denilebilir ki Müslümanlar arasında baş gösteren çatışmalarla oluşan derin kaos ortamının, Amerika ve Batı`nın hedeflediği bölgesel dizayn politikalarıyla nasıl bir ilişkisi olabilir?

2003`teki Irak işgali sırasında uluslararası mahfillerin hep Irak`ın üçe bölünmesi üzerine değerlendirmeler yaptıklarını herhalde hatırlıyorsunuzdur. Henüz Arap Baharı baş göstermeden Suriye`nin üçe-beşe bölünmesinden bahseden değerlendirmeleri de hatırlarsınız. Bu tür senaryoların İran ve Türkiye için de yazılıp çizildiğini yine hatırlayanlarınız çıkacaktır. Bu süreçte Ulusal Güvenlik Danışmanı sıfatıyla Condalisa Riche`nin “25 ülkenin sınırlarının değişmesi” projesinden bahsettiğini de herkes hatırlar.

İşgal harekâtlarıyla bu ayrışma-bölünme tabii ki gerçekleşmedi. Çünkü işgal aynı zamanda öfkenin işgalcilere yönelmesi sonucunu beraberinde getirmişti.

Ve şu anda, şu süreçte Suriye`de ve Irak`ta yaşananlara bir göz atın. Bu ülkelerde hukuki olarak olmasa bile fiili olarak hedeflenen bölünme gerçekleşmiş midir? Ne yazık ki EVET!

Artık hiçbir etnisite diğeriyle yaşamak istemiyorsa, hiçbir mezhep diğeriyle yan yana gelemiyorsa, dahası hepsi de birbirine silah çekmekle meşgul ise, “Öfke kontrol yöntemi” ile hiçbir kesim diğerinden öfkesini esirgeyemiyorsa, bu aşamada bunları bir arada tutacak hangi değerden bahsedilebilir?!

Bugün Suriye ve Irak özelinde yaşanan durum, aynı zamanda hedeflenen “Yeni Ortadoğu Projesi`nin” nasıl bir nitelik barındırdığını da ortaya çıkarmaktadır. Hep eleştirdiğimiz “Ulusal devletler” bile artık Batı için yeterli bulunmamaktadır. Aile devletleri, aşiret devletleri, mezhep devletleri… Mevcut coğrafyayı olabildiğince küçücük parçalara ayırmak ve hepsini de en az yüz yıl sürecek kan davalarıyla baş başa bırakmak. Hiçbir ülkenin ne coğrafi sınırları ne de insan gücü açısından İsrail`den daha büyük olmamasını sağlamak!

Plan budur ve şu anda tüm bölge ülkeleri de bunun farkındadır. Ne yazık ki bölge ülkeleri, kendilerini hedef alan bu proje karşısında dayanışma sergileyeceklerine, birbirleriyle rekabete, nüfuz savaşına yönelmeyi tercih ediyorlar.

Her hâlükârda bölgenin fay hatları tetiklenmiştir ve değişim kaçınılmaz bir hal almıştır. Şu anda yaşanan kaos süreci de doğacak yeni dizaynın doğum sancılarından ibarettir. Önemli olan ise şudur: Oluşacak yeni düzen bu kez Sykes-Picot yerine Coni ismiyle mi anılacaktır; yoksa aklını başlarına alıp dayanışmaya başvurması gereken Ahmetlerin, Mehmetlerin ismiyle mi anılacaktır?

Batı, kendi tercihini yapmış ve Coni markasında karar kılmıştır. Ancak Ahmetlerin, Mehmetlerin önünde hala fırsatlar var ve çekişme yerine dayanışmaya yönelme imkânları tükenmiş değildir. Önem arz eden tek şey tercih meselesidir.

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar