Darbe girişimi sonrası siyonist medya organlarında yapılan analizlere bakılırsa FETO`nun çöreklendiği “Hizmet” kavramının siyonistler açısından kapsadığı “stratejik derinliğin” ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
Türkiye`de özellikle “darbe karşıtı medyada” FETO etrafında sıkça çizilen “Esrarengiz/mistik tarikat” imajının aslında bir yanılsama olduğu, FETO`nun gerçekte tipik bir Gladyo örgütlenmesi şeklinde tasarlandığı gerçeğini, İsrail medyasının yaklaşımından ve Batı`nın darbe girişimine değil de darbe sonrası girişilen tasfiyelere karşı yükselttiği itirazlardan anlamak pekala mümkün hale gelmektedir.
Bu açıdan eski siyonist istihbarat şeflerinden ve aynı zamanda Begin-Sedat (BESA) Stratejik Araştırmalar Merkezi çalışanlarından Eran LERMAN`ın özetini alıntıladığımız şu analizi oldukça önemli.
Kaldı ki FETO tasfiyelerini “Bölgesel denkleme etkileri” yönünden irdeleyen rapor veya analizlerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değil:
* * *
E.Lerman`ın analizinden bazı bölümler:
“Başarısız darbenin akabinde Türkiye, Gülen`in destekçileri ve Hizmet eğitim projeleri ağıyla uzaktan bağı olanları dahi hedef alan çok büyük ve sarsıcı bir sindirme harekatından geçiyor.
Bunun bölgesel güç dengesine yansımaları oldukça önemli…
Türkiye`deki başarısız askeri darbe ve akabinde yaşanan tasfiyeler gerek içerideki gerekse dışarıdaki gözlemcileri şaşkına çevirdi…
Türkiye ile ABD arasındaki gerginlik bir süredir artmaktaydı; zira Obama yönetimi, Bağdadi`nin “Hilafeti”ne karşı Suriye ve Irak`ta en büyük adanmışlıkla savaşanların Kürtler olduğu sonucuna ister istemez varmıştı…
Ayrıca Erdoğan`ın –ABD`nin razı olması pek de mümkün görünmeyen- Gülen`in iadesi için agresif ve ısrarlı talebi adeta ateşe benzin döküyor. Tehlike altındaki şeyin büyüklüğü karşısında, bazı Avrupalı oyuncuların Erdoğan`ın aşırı tepkisinden duydukları öfkeyi yutmaları ve İslam Devleti`ne karşı savaştaki bu kritik karar anında stratejik önemi haiz harekâtta Ankara`nın işbirliğini sağlama almaya odaklanmaları gerekecek.
Bu arada Türkiye ile bölgedeki başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Sünni Arap “istikrar güçleri” arasındaki ilişkiler kötüden betere doğru hızlıca kayıyor…
Mısırlılar ve Suudiler, darbe haberi ilk geldiğinde keyiflerini, sonunda Erdoğan galip çıktığında ise hayal kırıklıklarını gizleyemediler. Bu tepkiler önümüzdeki süreçte ikili ilişkileri zehirleyecektir. Erdoğan, Sisi`yi komplocularla (darbecilerle) bir gördüğünü zaten açıkça söyledi. (…)
Bütün bu kargaşa hali, Erdoğan`a siyasi destek vermekte hızlı davranan İran`ın şeytanlıklarına bolca fırsat sunuyor. (…) İran`ın Suudi Arabistan ve müttefiklerine karşı Türkiye`yi kendi yanına çekmeye çalışmak için bunu bir fırsat olarak kullanması beklenebilir.
Bu hedefe ulaşmak için İran, İslam Devleti`ne karşı savaşta Kürt rolünü azaltmaya dönük ortak bir zeminin şekillenmesine çalışabilir. Aynı zamanda Irak`taki vekillerinin profilini güçlendirmeye çalışması ve böylece ABD ile Batı`nın İran`ın katkısına daha fazla bağımlı hale gelmesini sağlaması muhtemel…
Bunların hiçbiri İsrail, ABD veya Avrupa`nın çıkarlarına hizmet etmiyor. Fırtına daha da şiddetlenirken iletişim kanallarını açık tutmaktan ve İran`ın Ankara`yla ve başka yerlerle yakınlaşma işaretlerini dikkatlice izlemekten başka yapılabilecek pek bir şey yok. Her ne kadar hava desteğinin bir kez daha (İsrail`in stratejik varlığıyla dolaylı yoldan desteklenerek) Ürdün`e kaydırılması gerektiği noktasında ısrarlar olsa da İslam Devleti`ne karşı harekat durdurulamaz. Bu harekat Erdoğan`ın siyasi gündeminin esiri haline getirilemez.
Kızgınlıklar yatıştığında Türkiye, bu kriz modundan çıkacak ve emin olun ki tüccar devletler topluluğunun bir parçası, faydalı bir NATO üyesi ve Doğu Akdeniz`de takım oyuncusu olması gerekecek. AKP`ye ve muzaffer liderine, geleceklerinin İran`ın Sünni dünyayı bölüp Şia`nın bölgesel nüfuz kazanma planında yatmadığını anlatmak için sofistike metotların bulunması lazım. İstikrarını koruyabilmesi için Türkiye`nin istikrarlaştırıcı unsurlarla ittifakını yeniden tesis etmesi gerekecek.
Erdoğan`a halk desteği görece insanların refahının artmasına dayanıyordu. Ama Batı`dan uzaklaşmakla bunu sürdüremez hale gelir.”
Eran Lerman: Begin-Sedat (BESA) Araştırmacısı / Emekli İstihbaratçı
Kaynak: ortadogugunlugu.blogspot.com.tr
* * *
Kıssadan Hisse…
Yukarıda yaptığımız alıntıya binaen, özellikle 15 Temmuz sonrası darbe girişimini kınamak bir yana, “Darbe tasfiyesi” ile başlayan süreç Avrupa, ABD ve İsrail de dahil diğer bazı ülkelerde Türkiye`ye karşı oluşan “hissiyatın” özetlenerek satırlara dökülmüş hali desek abartmış olmayız.
Kısaltarak yaptığımız alıntıya bakarak, ayrıca söz konusu ülkelerin genel tavırlarından yola çıkarak şu tespitlerde bulunmak mümkündür:
*Darbenin başarısız olmasına karşı derin bir üzüntü söz konusudur. Batılılar bunu iliklerine kadar yaşıyorlar.
*Üzüntülerini açıkça ifade etmek yerine darbe girişimi sonrası “derin üzüntülerini” özellikle askeriye ve benzer kritik kurumlarda yaşanan tasfiyeler üzerine konumlamaktadırlar.
*Özellikle askeriyedeki FETO tasfiyesini ABD, Avrupa ve İsrail menfaatleri için “büyük kayıp” olarak görüyorlar. Bunu bir türlü kabullenemiyorlar.
*Tasfiyeleri aynı zamanda “Bölgesel güç dengelerinin değişme olasılığı” bağlamında değerlendiriyorlar. Bundan paniğe kapılıyorlar.
*Paniğin ilk nedeni Türkiye`nin Rusya ile girdiği yeni ilişki sürecidir. Açıkçası Batılılar bu ilişkinin sınırını, nereye varabileceğini tam kestiremiyorlar. Kestirememelerinin sebebi de darbeye verdikleri destek karşısında CB Erdoğan`ın tepkisini ölçemiyor olmalarından kaynaklanıyor.
*Rusya`nın yanı sıra İran`la da yaşanan benzer yeni ilişkilerden dolayı oldukça asabi görünüyorlar. Bunun ilk sebebi, ABD`nin Suriye üzerine İran`la yaşadığı zıtlaşmanın bir benzerinin Türkiye ile de yaşanmaya başlamasıdır. İki ülkenin Suriye politikalarında ABD ile zıtlaşması, ABD karşıtı ortak bir pozisyon oluşturma potansiyeline sahiptir. Ayrıca ABD`nin PYD politikası, yine Suriye sahasında Türkiye ile İran`ı bazı konularda aynı çizgide buluşturabilir. ABD, bu endişeden kurtulmak için PYD ile uzlaşma noktasında Türkiye`ye baskı uyguladığı biliniyor.
*Rusya ve İran`la ilişkiler ne şekilde olursa olsun, ABD ve müttefikleri için Türkiye`nin NATO bünyesinde “hizmete” devam etmesini “Kırmızıçizgi” olarak gördükleri gözlerden kaçmamaktadır. Bundan dolayı Türkiye`nin İran`la ilişkileri gündeme geldiğinde Batılı analizcilerin İran`la ilgili yaptıkları değerlendirmelerin “Mezhepçilik” kokması, aynı zamanda bir psikolojik harekat tekniği içerdiğini unutmamak lazım.
*Darbe girişiminin ilk günlerinde Suudi`nin darbe finansörlüğü yaptığı haberleri çıktı, sonra gündemin yoğunluğu arasında kayboldu. siyonist istihbaratçı bu yazısında Suudi`nin “Darbe yanlısı” iddiasına bakılırsa, gerektiğinde Türkiye`nin şu anda güvendiği Suudi`yi dahi harekete geçirebilecekleri mesajını verdikleri sonucu çıkarılabilir.
*Suudi faktörünün geçtiği her yerde “Ekonominin” söz konusu olduğu gerçeği göz önüne alındığında siyonist yorumcunun “Erdoğan`a halk desteği görece insanların refahının artmasına dayanıyordu. Ama Batı`dan uzaklaşmakla bunu sürdüremez hale gelir” cümlesi manidar kaçmakta, adeta bir ekonomik çökertme tehdidini içermektedir.