Örneklerini yakın geçmişte önce Irak`ta, ardından Suriye`de gördüğümüz hâkimiyet mücadelesinde silahlı örgütlerin birer baskı aracı olarak kullanılması alışkanlığı, şu anda Türkiye`de yaşanan iktidar mücadelesinde baş göstermiş bulunmaktadır.
Siyasal zeminde iktidar mücadelesinden sonuç alamayan seçkinci elit tabaka, PKK`yi bir baskı ve kamuoyunu etkileme aracı olarak kullanma sürecine girmiştir. Bir bakıma son süreçte yaşanan çatışmaların özeti biraz da budur aslında. Ki bunun perde arkası, Washington`a kadar sarkan kirli ilişkiler sarmalında gizlidir.
Bu bağlamda, seçimler yaklaşırken “Çözüm sürecinin” rafa kalkacağı, seçimlerden sonra çatışmaların kaçınılmaz olacağı kendini hissettiriyordu.
Bunun birbiriyle bağlantılı iki temel sebebi vardı;
Siyasi iktidarın artık tek başına iktidar olma zeminini yitirme emarelerinin belirginleşmesi ve buna sebep olarak da AKP ile iktidar savaşına tutuşan Beyaz Türklerin bu savaşta PKK ve siyasi kanadını bir baskı aracı olarak kullanma deneyimine kavuş(turul)muş olmasıydı.
Çatışma sürecine giriş yapıldıktan sonra Beyaz Türkler ve araç olarak kullandıkları PKK, ağız birliği ederek çatışmaya yol açan ana etken olarak AKP ve Tayyip Erdoğan`ın iktidarlarını korumak istemeleri şeklinde gerekçeler ileri sürerek bir nevi çatışmalara mecbur bırakıldıkları propagandasına sarıldılar.
Sürecin çatışmaya dönüşmesi noktasında varsayalım ki asıl sebep, AKP`nin tek başına iktidar çoğunluğuna kavuşamaması ve Cumhurbaşkanının çokça arzuladığı “Başkanlık” sistemini tesis etme fırsatını yakalayamamış olmasıydı. PKK, siyasi kanadı ve bunlara sponsorluk yapan Beyaz Türklerin şimdilik ağız birliği ederek sarıldıkları en önemli propaganda malzemesi budur. Bu vurgunun haklılık payı olabilir, tartışılabilir de. Ama tüm gerekçeler bu vurgunun üzerine de bina edilemeyecek bir gerçeklik daha bulunmaktadır.
AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan`ın hayata geçirmek istediği bir “Başkanlık” sistemi planı vardı. Bu plana en büyük itiraz ise, Beyaz Türk cephesinden gelmekteydi. Gerekçeleri ise son derece net idi. Şöyle diyorlardı; Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemiyle tek adam haline gelecek, ülke eyaletlere bölünecek, çözüm sürecinde varılan gizli anlaşmalarla PKK`ye özerklik verilecek vs. Açıkçası bu kesim, “Başkanlık sistemi” karşıtlıklarını, Türk kamuoyunun milli hassasiyetlerine dokunduracak şekilde “bölücülük” şeklinde formüle ediyorlardı.
Hele ki “Başkanlık sistemi” konusunda İmralı heyetinin Öcalan`la yaptığı diyalogun deşifre edilmesi ve bu diyalogta Öcalan`ın “Tayyip Bey`in istediği başkanlık sistemini destekliyoruz” açıklamasının açığa çıkarılması, Başkanlık sisteminin bölücülükle eş hale getirilmesini daha kolay hale getiriyordu.
Aslında Başkanlık sisteminin “Çözüm süreci” bağlamında sıklıkla gündeme getirilmesi ile iktidar kanadının yine çözüm süreci bağlamında Kürt bölgesini PKK`ye peşkeş çekmesi arasında kurulan bağlantı giderek tüm toplum kesimlerini etki altına alan yaygın bir kanaate dönüşmüş durumdaydı. Hatta bu kanaat, AKP`li Kürt seçmenleri bile derinden etkilemiş ve AKP`li Kürt seçmen büyük oranda ihanete uğratıldıkları hissine bile kapılmıştı. Oluşan yaygın kanaate göre hükümet ile PKK anlaşmış, Başkanlık sistemi karşılığında Kürt bölgesi PKK`ye bırakılmış şeklinde bir ön kabul oluşmuştu.
Bu durumda Tayyip Erdoğan, arzuladığı başkanlık sistemiyle; PKK de arzuladığı “Özerk Kürdistan” ile emellerine kavuşmuş iki mutlu kesim olarak zihinlerde yer ediniyordu.
Bu durumda gerek Başkanlık sisteminden, gerekse Kürt bölgesinin PKK`ye peşkes çekildiği ön kabulünden rahatsız olan kesimlerin çeşitli tepkileri artık yüksek sesle duyulur olmuştu.
Ama en ciddi tepki, ellerindeki imkânlarla da bağlantılı olarak Beyaz Türkler diye tanımlanan kesimlerin Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir araya gelerek yürüttükleri iktidar mücadelesinde ortaklaşmaya gidenlerden yükseliyordu. Bu kesimler çok farklı siyasal geleneklerden gelmelerine ve aralarında derin fikri çelişkiler olmasına rağmen bir blok oluşturmayı başarmış kesimlerdi. Solcusu, liberali, laiki, milliyetçisi, CHP`si, MHP`si, Paralel`i, Doğan`ı vs. Belki de ilk defa bir blok oluşturuyorlardı. Ortak hedefleri ise “Tayyip Erdoğan`ı başkan yaptırmamak” üzerine kuruluydu. Ama yine de bir eksiklik vardı. Çünkü bu blokun, her şeye rağmen yaklaşmakta olan 7 Haziran seçimlerinde ortaya pek de sonuç alıcı bir performans çıkaracaklarına dönük umutlar bulunmuyordu.
Tek bir seçenek vardı; PKK ve siyasi kanadına partner değiştirtmek. Derken New York-Washington ziyaretleriyle büyülenen Demirtaş ve eş zamanlı olarak Kandil`den yükselen aykırı sesler, bir anda Beyaz Türk cephesinin lisanı hal ile uyguladığı stratejinin ete kemiğe bürünmüş haline dönüşüyordu: “Seni başkan yaptırmayacağız!”
“Seni başkan yaptırmayacağız” sözü öyle popüler bir hal almaya başladı ki, söyleyen ayakta alkışlanıyor, alkışlarla sarhoş olanlar bir daha, bir daha tekrarlıyordu. Her tekrar, iktidara susamış elit tabakasının farklı katmanlarından “Oyum HDP`ye” şeklinde karşılık buluyor, pekiştireçler birbirini izliyordu.
Demirtaş, HDP`si ve patron konumundaki Kandil, barajı aşacaklarının ve dolayısıyla “başkan yaptırmayacağız” sözünü gerçekleştireceklerinin mutluluğunu peşinen yaşıyorlardı.
Elbette tüm bunları anlatırken kimilerini savunma veya temize çıkarma amacında değilim. Lakin özetlemeye çalıştığımız kirli manevraların ortaya çıkardığı çatışma süreci, neticede çatışmalara sahne olan yerleri yakıp yıkmakta, buradaki insanların hayatları zindana çevrilmektedir.
Ne çözüm sürecini uyguladığı yanlış politikalarla ucubeye dönüştüren AKP hükümeti, ne de katiline aşık olup Kürtleri yeniden ateş sarmalına mahkum eden PKK bu işten karlı çıkmış değildir. Beyaz Türk cenahı, işbirliği yapan iki düşman olarak nitelediği AKP ve PKK`ye karşı etkili bir tuzak kurdu ve başardı. Bu cenaha göre AKP ile PKK anlaşmış, ülkeyi bölme noktasına getirmişti. Şimdilik bu “tehlikeden” kurtulmuş oldular. AKP`nin iktidar serüveninin nereye varacağı ayrı bir husus, ama ayağına kurşun sıkan tarafın PKK olduğu tartışmasızdır.
PKK, uyguladığı kadim taktiklerinden biri olarak çatışmaları Kürt halkının tümünü etkileyecek şekilde yaymasıyla meşhurdur. Halk ne kadar olumsuz etkilenirse, destek de o oranda artar prensibiyle hareket eden bir örgüttür. Örgütsel egosunu halka mal etmede de meşhurdur. Ancak bu sefer ki çatışmacı girişimi çok farklı boyutlarda seyretmektedir. İktidar mücadelesi veren Beyaz Türk cephesinin bir strateji olarak önüne koyduğu “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganı, PKK ve siyasi türevlerinin yeni dönem çatışma sloganı haline gelmiş bulunmaktadır. Kandil şeflerinin dilinden dökülen kimi açıklamalar, yeniden bulaştıkları çatışmanın kime hizmet amaçlı olduğunu ifşa etmektedir. Bugüne kadar düşman olarak “Türk devleti” kavramı kullanılırken, Cemil Bayık, “Savaşımız AKP iledir, asker aradan çekilsin, kendini kullandırtmasın” gibi garip açıklamalar yapabilmektedir. Aslında bu söylem tarzı, seçim sürecinde HDP`nin kampanya sloganına dönüşen “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünün militer versiyonundan başka bir şey değildir. Örgüt olarak sadece mevcut siyasi iktidarın düşürülmesine odaklanmışsanız ve sizin bu stratejiniz iktidar mücadelesi veren devletçi seçkin elitlerden himaye görüyorsa, kusura bakmayın ama, sadece bu elitlerin güdümünde silahlı bir baskı unsuruna dönüşmüşsünüz demektir. Zaten söylem ve eylem biçimleriyle tam da örtüştükleri konum budur.
Tayyip Erdoğan, bu ülkede sistem değişmiştir açıklaması yapıyor, örgüt hemen harekete geçip sen böyle oldubittiyle hareket edersen ben de özerklik ilan ederim deyip çocuksu uygulamalara girişiyor, iktidar mücadelesi veren devletçi elitlerden gelen ilk tepki ise “Örgüt haklı” şeklinde oluyor.
Mahalle aralarında üç beş sokağın başını tutup hendek-çukur kazdırıyor, çekilen silahlı fotolarla şov görüntüleri servis ediliyor, ardından kuşatma, çatışma ve örgütün çokça arzuladığı ölüm, yıkım görüntüleri eşliğinde halkın hayatı allak bullak ediliyor. Resmen halkla alay ediliyor. Halkın huzuruna göz dikiliyor, sonu hüsranla biten sokak özerklikleri birbirini izliyor. Halk perişan, örgüt serseri mayına dönmüş, ama alkışlayan devletçi elitin keyfi tıkırında. Malum, önümüzde erken genel seçim var ve tüm bu yaşanan kanlı tiyatro kareleri erken genel seçime ayarlanmış durumda.
Film yine başa sarmış gibi. AKP karşıtı muhalif cephe, başlayan çatışmalarla beraber AKP`yi ne kadar geriletebileceğinin hesabını güdüyor. En büyük ihale ise PKK`ye verilmiş durumda. Açıkçası Kürt sokağına sarkan kan, ölüm ve yıkım manzaraları, iktidar mücadelesi veren seçkin elitlerin PKK üzerinden sahaya sürdüğü kanlı bir tiyatrodan öte bir şey değildir.
PKK, çözüm süreciyle beraber siyasi iktidardan kopardığı devasa imkânları şu anda AKP karşıtı cephenin namı hesabına AKP ile mücadele ederek tüketmektedir. AKP, nasıl olsa bir daha kontrolümden çıkmaz dediği PKK`ye bir çırpıda sağladığı devasa imkânları ne şekilde geri alabileceğinin derdine düşmüş durumdadır.
AKP`ye karşı iktidar mücadelesi veren seçkinci elit tabaka ise AKP`yi zayıflatmak için baskı aracı olarak kullandığı PKK`ye verdiği desteği nasıl artıracağını düşünmektedir.
Bu pis oyuna kurban edilen Kürt halkı mı? PKK`yi Ankara merkezli iktidar mücadelesinde bir enstrüman olarak kullanan seçkinci elit tabaka, aynı şekilde PKK`nin Kürtleri kullanmasında da bu beceriyi şimdilik başarıyla sergileyebiliyor.
Şu soruları boşluğa yöneltelim; Şayet PKK`nin bir enstrüman olarak kullanıldığı iktidar oyununda AKP ve Tayyip Erdoğan tamamen saf dışı bırakılırsa bunun örgüte yansıması ne şekilde olacak? Kendilerinin isteyip de AKP`nin vermediği hangi kazanımları elde etmiş olacaklar?
Hem kendilerinin isteyip de AKP`nin vermediği ne kalmıştı ki, sunulan alan hakimiyetinin yasal çerçeveye oturtulması dışında?!
Şu anda üç beş sokağı “özgürleştirme” girişimi felaketle sonuçlanırken, AKP, bütün bölgeyi zaten “özgürleştirilmiş” alanlar olarak altın tepside kendilerine sunmamış mıydı?!